23.03.2009 tarihinden itibaren İslam Bilim dersleri başlıyor
Dr. Ali Şeriati'nin İslam-Bilim adlı konferanslarından oluşan eserini dersler halinde yayına hazırladık. Site üyelerimiz ve ziyaretçiler burada yayınlanacak dersleri takip edebileceklerdir. Pazartesi ve Perşembe günleri yayınlanacak olan dersleri muntazam takip edip tartışan takipçiler muayyen bir vaktin sonunda bu önemli dersleri bitirmiş olacaklardır.
Derslerin bitiminde takipçiler tarih bilinci, tarih felsefesi, toplumsal tevhid ve toplumsal şirk, ideal insan, toplumbilim, tevhidi dünya görüşü, altyapı ve üstyapı, ideoloji olarak İslam, varoluşçuluk, materyalizm, alinasyon, Marksizm gibi birçok önemli konu hakkında önemli bilgiler edinmiş olacaklardır. Hem derslerin takibi hem de dersler üzerine yapılacak tartışmalarla Doktor'un öğrencileri olarak O'nun fikirlerini tanımış, tartışmış ve belki ümidimiz odur ki ilerilere taşımız olacağız hgs bakiye yükleme trafik cezas? ödeme kredi kart? borç sorgulama kredi kart? borç sorgulama yap?kredi kredi kart? borç sorgulama tl yükleme hgs yükleme
TARİH : -- tarihinde tarafından gönderildi... WEB : Ülke : Şehir :
.: Yazarlar :.
Fatıma, Fatıma‘dır / Emine K. ARSLANER
Karakterimize içinde doğduğumuz, büyüdüğümüz toplum şekil veriyor. Kaderimizi de bu kalabalık çiziyor, irademizi de o teslim alıyor. Asla özgür değiliz… Üzerinde filizlendiği toprakların iklimine uyum sağlayamayan çiçeklerin ömrü kısa oluyor. Buna mukabil, bazı bitkiler yaşamak için büyük bir direnç gösterip hayatta kalmayı başarırlar. Hatta bunların arasında öyleleri vardır ki, biyolojilerine uygun atmosferlerde yetişen hemcinslerini tepeden aşağı süzer ve burun kıvırırlar. „En ulu çınarlar fırtınalı diyarlarda yetişir“ sözü işte bu acı patlıcanlar için söylenmiştir…
Aslında biliyorum sevgili okuyucu, benden seni anlatan yazılar bekliyorsun. Seni mutlu etmeliyim, sevindirmeliyim, yüreğine tercüman olmalıyım, seni senin istediğin gibi anlatmalıyım. Bunları yapmaz da aklının iplerini germeye kalkışırsam yazılarımı „yorumlamak“ yerine beni „yorar“sın, anlıyorum. Ama sen hiç yorulmaya gelmezsin biliyorum. Seni düşünmeye sevketmek seni yormaktır. Nelerden bahsettiğim, hangi çiçeklerden bal devşirdiğim, kaç kere öldüğüm ve kaç kere dirildiğim umurunda değildir. En azından senin hoşuna gidecek birşeyler söylemeliyim. Yazdıklarımı anladığın zaman, hoşlanmayacaksındır büyük bir ihtimalle. Aslında, yazdıklarımı anlaman da çok büyük bir önem arzetmiyor, değil mi? Anlamak, yorucu bir eylemdir. Anlama zorunluluğu hissettiğin an bütün büyü bozulur. İşte tam da bu yüzden, dünyanın en çok dinlenen iki hatibi de kuş beyinlidir; bülbül ve kanarya…
Ama bütün bunlardan ne kadar eminsem, sana uyum sağladığım zaman tarihsiz kalacağımdan da o kadar eminim. İnsan çevresiyle barış içinde yaşadığı zaman tarihsizleşir. Tarih çekişmelerin toplu hikayesidir; fertle cemiyetin çekişmesi. Tarih; kavgadır, gürültüdür, samatadır. Seninle kaynaşırsak terakki yok olur. Gerçi bu güzel sitede hüsnünü teşhir eden bir sürü güzel kalem, boşuna ilgi ve alaka beklerken, bu derme çatma satırlarımın okuyucu beklemesi gülünç. İnsan kendisi için de yazamıyor tabi… Kendin için yazmak aynada suratına bakmak kadar aptalca. Ne yazık ki, sana ihtiyacım var okuyucu ve bu mütevazı köşemden sana, düşündüğün „seni“ değil, aynaya yansıyan cemalini aktarmak zorundayım. Sendeki seni değil sevgili okuyucu, bendeki seni anlatmakla vazifeliyim.
Evet yine canını sıkacağım okuyucu. Çünkü senin mermerden tabularının “ötekilerin” elinde nasıl bir koza dönüştüklerini müşahade ediyorum. Uğur Dündar ekranlardan “Benim eşim benimle evlendikten sonra hiçbir zaman yalnız yurt dışına çıkmamıştır. Brezilya'ya ise hiç gitmemiştir. Bu bir namus meselesidir” diye gürlediği zaman bir yumruk gelip boğazıma oturuyor. Birilerinin bizleri nasıl bir öfkeyle muhafazakar noktalarımızdan dipçiklediğini görüyor ve üzülüyorum. Bir sürü “soru” kuyruğa giriyor. Bu soruların muhatapları, kelli felli adamlar cevapsız kalıyorlar. Cevapsız ve çaresiz. “Eşimin Brezilya'ya yalnız gitmesi, gittiğini ve niçin gittiğini bildiğim takdirde hiç sorun teşkil etmez” diye cevap verilemiyor Uğur Dündar'a. “Niçin verilemiyor?” sorusu giriyor sıraya. Çok acı, cevap var ve bu cevabın mesnedini bulamadığım için acı çekiyorum. Üstelik asırlardır aynı acıyı çektiğimi farkediyorum, hiç hissettirmeden.
Kendi oylarımızla iktidara getirdiğimiz ve eşlerinin bizleri, muhafazakar kadınları temsil edeceklerini düşündüğümüz liderler, yakalarındaki rozet gibi taşıyorlar hanımlarını yanlarında. İcraatlarıyla ve bireysel yaşantılarıyla bizlere,”başınızın örtüsüyle okuyun ama çalışmayın. Oturun evinizde ve akşam eve dönüşümüzü bekleyin ya da girin kolumuza sizi caprice otelde tatile götürelim. Aman ha gölgemizden uzaklaşmayın, bu bir namus meselesidir” mesajını veren bir iktidardan Dündar'a umduğum cevabı vermesini beklemek çok naif bir yaklaşım ama en azından “bunun namusla alakası nedir?” diye sorulması lazımdı. Bu sorunun sorulup, yüreklerimizin serinletilmesi lazımdı.
Sormak istiyorum, cevap alamayacağımı bile bile... Bizim liderlerimizin çok muhterem eşleri günlerini nasıl geçirirler sahi? Bakmak ve büyütmekle yükümlü oldukları çocukları yok. Bildiğim kadarıyla çocukların hepsi başlarının çaresine bakacak ve kendilerini idare edecek yaşa gelmişler. Kimse bana evde çamaşır, bulaşık yıkadıklarını söylemesin sakın. Bırakın lider eşlerini, aziz yurdumda artık kapıcı hanımları dahi evlerine temizlikçi çağırıyorlar. Benim memleketimde hanımlara özel bir kahve kültürü de olmadığına göre, ne yaparlar bütün gün bu mütesettir ama bir hayli alımlı, albenili hatunlar evlerinde? Hiç, “Cumhurbaşkanının, Başbakanın, falanca bakanın, filanca başkanın hanımı“ olarak anılmaktan sıkılmazlar mı? Niçin eşlerinin refakatinden bunalmazlar, neden tek başlarına sokağa çıkmazlar veya çıkamazlar?
Müslüman bir bayan olarak, beni temsil(!) ettiğini düşündüğüm -ve içten içe üzüldüğüm- bu hanımlardan birini tek başına, Güney Doğu'da aileleri tarafından okula gönderilmeyen kız çocuklarını ellerinden tutup okula götürürken görmek istiyorum. Küresel ısınmayla, çevre kirliliğiyle, lösemili çocuklarla, Aids hastalığıyla ilgili sempozyumlarda, can kulağıyla uzmanları dinlerken, not alırken, soru sorarken görmek istiyorum onları. Kitap okurken, yazarlarla sohbet ederken, hayat kadınlarına el uzatırken görmek istiyorum. Bu bayanlardan birinin büyük bir yüreklilik göstererek Brezilya'ya yalnız gittiğini ve sokak çocukları gibi ortak bir derdi paylaştığımız bu ülkeyle „sokak çocuklarının rehabilitasyonu“ konusunda müşterek bir çalışma başlattığını hayal ediyor ve büyüleniyorum. En azından birinin çıkıp „Sayın Dündar neden eşinize güvenmiyorsunuz?“ diye sorabilmesini ve ardından Sudanlı kadınlarla buluşmak üzere hava alanına hareket etmesini istiyorum…
Çok şey istiyorum ama hepsinden daha çok; kadının erkeğinin bir organı olduğuna dair anlayışın İsraili bir zihniyetin ürünü olduğunun, müslüman kadının böyle bir muameleye tabi tutulamayacağının anlaşılmasını, kavranılmasını istiyorum ve susuyorum. Susuyorum çünkü, Ali Şeriati özetliyor bütün derdimi;
„Fatıma Hz. Muhammed'in kızıdır. Fatıma Hz. Ali'nin eşidir. Fatıma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in annesidir. Tüm bunların hepsi gerçektir ve fakat hepsi de yanlıştır: Fatıma Fatıma'dır”…
Bu anlatınlanlar yine gayet normal gözüküyor -elbette değil-, fakat daha vahim bir durum söz konusu. Cemaatlerde özellikle, mesela Nurcular'da, Nurcu kesimin Fethullah tarafından biliyorum, kadınlar ve erkekler haremlik ve seramlık gibi ayrılar. Lise çağlarımızdayken üniversite öğrencisi olan bir tanıdığımız bir abi evlendi, çocuğu oldu. Evine gittik, evine ne girerken ne de çıkarken ve ne de ikram sırasında eşini görmedik. Bize karadenizli abimiz fındık ve çay ikram etti ama eşi bu ikramı etmedi, kendisi etti, küçük oğlunu gördük, sevdik ama eşini hiçbir şekilde göremedik. Ne olurdu sanki eşi gelip bir merhaba deseydi, nasılsınız deseydi, çayları bize kendisi ikram etseydi, ya da sadece içeri, eve girerken hoşgeldiniz deseydi, sadece bu! Ama hayır olamaz, olmamalı da öyle değil mi? Benim dindar hocalarım var, evlerine gittiğimde eşleri ile konuşabiliyor, aynı sofrada yemek yiyebiliyorum, eşleri kendi işyerlerinde çalışabiliyor, misafirlik ilişkileri kurabiliyorlar. Modern ya da seküler kadın bile peygamber zamanındaki kadından özgür ve daha da önemlisi insan olmaklığından dolayı değer sahibi değil! Bir kere modern kadın güzel, çekici, alımlı olarak beden üzerinden maddi iktidar sahibi değilse, o kadın önemsizleşir, kaç tane milletvekili, akademisyen, aydın kadınımız örnek alınıyor vücudunu ortaya koyan kadınlara nazaran? Kaç tane haber sunucusu bu güzel, alımlı olmazsa sunucu olabilir kaç yaşına kadar?
Oğuzhan Özdemir
11-04-2009, 14:45:57
Peygamber hanımları sürekli evde mi oturuyorlardı, sahabelerden hiçbir erkek onlarla konuşamıyor muydu, söz sahibi değiller miydi? Peygamberin hanımı Ayşe ordu toplayıp, ordunun başına geçip münafıkların kışkırtması ile iki taraf arasında anlaşma sağlanmışken halife ve peygamberin damadı Ali'nin üzerine yürümedi mi, iki taraf da ordularını kontrol edemeyip savaşmadılar mı ? Savaştılar, hatta Ayşe'nin tarafı yenildi ve savaştığı kişi olan Ali onu evine sağ salim ulaştırdı, korudu birtakım zarar vermek isteyenlere karşı. Peki hangi zamanda, çağda kadın, "KADIN BAŞINA" böyle bir statüde, yetkinlikte, rahatlıkta, özgüvende, toplumsal olarak kabul edilebilirlik içinde, insan olarak değer sahibi? Üstelik peygamberin hanımı, sıradan bir müminin hanımı da değil. Talha ile Zübeyr'in de teşviki ile durmaması gereken bir tarafta Ali'ye karşı birlik başlatıyor, halbuki bir ağırlığı, bir mantıki ve yerinde değerlendirme yapması gerekirdi.Talha ile Zübeyr Ali'nin halifeliğini kabul etmişti, Ayşe'nin yanına gidip insan topladıklarında, Ali'nin gönderdiği kişilerce anlaşma sağlanmasına rağmen, bir grubun Ayşe'nin tarafına saldırması ile ortalık kızışmıştı. Halbuki ortada bir halife varken, Talha ile Zübeyr bu halifeye biat etmiş iken, hangi sebepler ile Osman'ın katillerinin bulunması, teslim edilmesi bahane edilerek bir ayrılık, bir başka hakim birlik kuruluyordu? İslâm tarihi bunun sebeplerinden bahsediyor, mesela Filibeli Ahmet Hilmi. Kısacası o dönemlerden sonra ne oldu da durum değişti?
Oğuzhan Özdemir
11-04-2009, 14:55:26
Daha sonra gelenek, alim denilen çok muhterem kesimler, ne oldu da kadını toplumda, hayatta ikinci bir plâna ittiler? Hangi hakla bunu yaptılar, yapabiliyorlar? Peygamberin kadına, hanımlarına ve kızlarına karşı tutumu ve getirdiği İslâm anlayışı, peygamber sonrası yaşananlar, Fatıma'nın Ebu Bekir'e biat etmeyişi, küs olarak vefat etmesi, Zeynep'in asaleti sonraki dönemdeki kadın anlayışı ve toplumsal konumu ile, bugünkü modern ve muhafazakâr kesimin kadına bakışı ile aynı mı? Aynı DEĞİL! O zaman ortada İslâmdışı, insanlık dışı, sünnetdışı, dindışı bir hadise cerayan etmekte erkeğin kendini iktidar görmesi zihniyeti ile birlikte. Bugün kadınları ile fikri, ilimsel tartışma yapmayan, ama dışarıda, ev dışında böyle ortamlarda dolanan, eşini erkek içine çıkarmaktan korkan, cemaatlerde haremlik ve seramlık muhabbeti ile İslâm anlatılan, kadın erkek eşitliği değil, erkek egemenliğinde cemaatleşme anlayışı olan, beden üzerinen, ev işi yapma, ihtiyaç giderme, erkeğini tatmin etme, çocuk doğurma, annelik etme görevinde olan kadın anlayışına sahip toplumda İslâmın asaletinden bahsedilemez, bu İslâm değildir! Arabistan'da kadınlar eşleri ile sokağa çıkarken, belli saatlerde sokağa çıkmalarına izin verildi, Arabistan kim oluyor, krallık kim oluyor Allah'ın dinene aykırı davranıyor! Erkekler kim oluyor da kadınların cumaya gitmesini gereksiz görüyor, Kurân'da cuma suresinde ' ey mümin erkekler cumaya gidin demezken', 'ey inananlar cuma vakti cumaya gidin derken'.Erkeklerin Dini Mi İslâm?
Editör...
16-04-2009, 19:40:52
Selam İle...
Yazı ve üzerine tartışmaların dışında şunu demek isterim ki... Doktor'un bir kitabının ismi yazıya serlevha yapılmış... Fakat yazının içeriğinin başlıkla ilşkisini kurma bir çok dolayımdan geçmeğe zorluyor insanı. Başlık, bana kalırsa hoyratça kullanılmış. Doktor'un bu aforizması basit gündelik bir tartışmaya kurban edilmiş kanaatindeyim... Değerlerimizi hoyratça harcamayalım... Dua ile...