Tarihin bütün nesillerinden daha çok eziyet çekmemize rağmen, sevinerek söyleyeyim ki biz çok mesut bir nesiliz. İnsanın dert ve yenilgi dönemlerini gördüğümüz için mesut bir nesiliz.
Acaba gerçek dert ve yenilgi, yalancı ümit ve sevinçten daha iyi değil midir? Şuurdan doğan dert, akılsızlıktan doğan dertsizlikten daha iyi değil midir?
Ben yirminci asrın ikinci yarısında olduğum için çok seviniyorum, eğer on dokuzuncu asırda olsaydım burjuvazinin yirminci ve yirmi birinci asırda yeryüzünde yapmak istediği cennet için ahmakça slogan atardım. Şimdi burjuvazi cennetinin yapılmış olduğu bir zamanda, gözlerimle üç asırdır ilmin, Samiri’nin paradan buzağısı olduğunu görüyorum. Altından yapılmış ve aldatıcı bir şekilde, ama ruhsuz, ruhaniyetsiz, maneviyatsız, yalancı, sahte banka parası ortaya çıktı ve ahmakları kendine secde ettiriyor.
Şu anda kurulmuş olan, burjuvazi cenneti ne demektir? Bütün insanlar için değildir! Bu burjuvazi cenneti, bu tüketim hayatı, kapıdan ve duvardan Avrupa’nın yüzüne yağan bu nimet bolluğu, havadan gelmemiştir. Bir buçuk, iki milyar insanın açlık bedeli ile meydana getirilmiştir. Ama her halükârda kendisi için, yani Avrupa burjuvazisi için, üç asır Önce yapılmıştır. Orada her şeyi bulmak mümkündür. Tanzanya elmasını, Mısır kenevirini, Kamerun kahvesini, Küba şeker kamışını, Cezayir şarabını, Hind çayını, Vietnam kauçuğunu, Ortadoğu petrolünü bulmak mümkündür. O halde bütün dünya, onların yeme, içme, yatma ve yiyecek çiftliğidir. Onların sömürüsüne uğramış bütün milletler, Avrupa’nın bu kirli cennetinin karneli ve ücretli işçileri değil midir?
Bütün bunlara rağmen bu cennette, Avrupalı insanın nasıl yaşadığını görmek gerekir. Şaşılacak şey şudur ki, bu insan, sonunda üç asırdır söylediği sloganlara ulaştı. Yani faydalanma ve tüketim zirveye ulaştı. Şimdi onun iktisadi mal kalemlerinin %10'u temel ve gerçek masraflarıdır. %9O'ı ise eğlenme masraflarıdır.
Bu faydalanmadan çok, başka neyi istiyor?
İkinci olarak da ilim, ideal ve iddiasına ulaşmıştır. Yeryüzünde maddi hayatı ve tabii kuvvetleri uyuşturmak için bir teknik meydana getirmiştir. Tüketim asaletine dayanan bu hayatı kurmayı başarmıştır. Ama tahmin edemediği şey, yirminci asırdaki hayatın ve bugünkü insanın en büyük hakikati, bu insanın böylesi bir burjuvazi cennetinde isyan etmesidir.
Kur’an’ın deyimiyle, tıpkı Âdem’in ilk cennet bahçesinde «isyan etmesi» gibi. Her şeye sahipti, gönlü neyi isterse onu yiyordu, buna rağmen isyan etti. O, yasak ağacın meyvesinden yedi. Tüketim hayatına bağlı olan bugünkü batı insanı ve ilerlemiş burjuvazi hayatı dünya emperyalizmi aşamasındadır. Dünyaya, uzaya, göklere egemendir; dünyanın beşerî bütün sofralarına ve nimetlerine el uzatmış, yiyor. Ama isyan etmiştir. Müreffeh hayatta, yararlanmada ve refahta isyan etmiştir. Bugünkü insanı isyana teşvik eden yasak meyve nedir? İnsanî şuurdur, uyanıştır. Ansızın ilmin de var olduğunu hissetti. İlim ise üç asırdır ona yalan söylüyor. Kapitalizmin uşağıdır, insanın zabitliğini hidayete yönelten kılavuz değil. Ona «sen insansın» demiyorlar, bu ne demektir?
Bugünkü insanın bu kudret ve tüketim slogana artık yeterli değildir. Zira her ikisine de ulaşmıştır, başka bir şey istemiyor.
Bu slogan ve isyan, özellikle dünyadaki bütün geçici maddi eziyetlerin ve açlıkların giderildiği bir zamanı başlatmıştır. O zaman, üç asırdır ilmin gizlediği, halkı vazgeçirdiği, burjuvazinin ticari görüş ve kültürünün yaydığının dışında, dünyayı anlayacağı bir dünya görüşüne ihtiyaç duyuyor. Hayatın anlamı nedir? Ne için olması gerekir? Bu kadar kudretle ve bu kadar refahla geçirdiği şimdiki hayatın yönü nedir? Bu hayatta, ne tarafa gidiyoruz? Bu burjuvalaşmış ve para düşüncesinde olan ilmin reddettiği, fakat daha iyi ihtiyaçlar olan iman, ideal, değer, ahlâk, ruh, aşk, tapma, akide ve faziletin yerine hangi şeyi koymak gerekir? Tekrar tüketimi mi? İnsan, isyan ediyor!
Ne ilim cevap veriyor, ne teknik, hatta ne de beşeri ilimler. Bütün bunlar el ele vermiş sadece bir sınıf için, yani burjuvazi sınıfı için yeni tüketimler yaratıyorlar. Bunlar, on altıncı ve on yedinci asırlardaki bütün o iddia, heyecan, dinamiklik, ümit ve geleceğe güçlü bir iman taşımanın aksine, tüketim hayatıyla ilgili fonksiyonlarının sonuna ulaşmışlardır. Bugün yaşlılığın ve yenilginin sonunda, yok olmayla yüz yüzedir. Hile ve büyük cinayetlere giriştiklerini görüyoruz.
Dün irtica, diktatörlük ve çürümüş aristokrasilerle mücadele eden, büyük Fransız devrimini yapan burjuvazinin, şimdi cellat ve katil olduğunu görüyoruz. Şimdi o, faşizmi doğuruyor, milletleri yiyor, savaş, sömürü ve katliam yaparak ancak ayakta kalabiliyor.
On beşinci ve on altıncı asırlarda ortaçağı yok etmenin, ilmi mahkum etmenin, kilisenin büyük kudretini yenmenin sarhoşluğunu yaşayan, artarda ilerleyen, icatlar yapan ilmin; bugün, aksine bir çıkmaza girdiğini görüyoruz. Bereşt şöyle diyor:
«Bugünkü insan ilimden bıkmıştır. Zira faşizmi meydana getiren ilim idi» ve bunu insanlığa zoraki yükledi. Dünyada ilk defa insanlığın üçte ikisinin aç olması düzeyinde açlığı ilim meydana getirdi.
Sınıfsal sömürü ve artık değerin yağmasını bu dereceye çıkaran ilimdir. Sömürüyü ilkel, basit ve açık şeklinden alıp bu kadar güçlü, derin, köklü ve şiddetli yapan ilimdir. Dünya milletlerinin kültürel sömürüsünü ortaya çıkaran ilimdir. Avrupa'yı vahşi bir gergedan yapan ilimdir. Üçüncü dünyayı çirkinleşmiş kurtzede kuzular yapan ilimdir...
Evet yalan söyleyen ilim, dinin sınırlamasından kurtulmuş ama, şimdi de tanrılarını değiştirmiştir. Allah'ın yerine parayı kendi ilahı olarak almış ve para için her işi yapmıştır.
İnsanı çirkinleştirip, burjuvazinin sipariş ettiği şekle sokmuştur!
Bugünkü insanın dine ihtiyacı, iki sorusuna cevap vermesi içindir.
Birisi, büyük bir manevi dünya görüşü vermesidir. Allame İkbal'in sözüyle; «varlık aleminde, ruhanî bir tefsirin» anlatılmasıdır. Hür insanın yaptığı şekilde, egzistansiyalizmin dediği şekilde, —şu anda doğru söylüyor— kendisini onda yabancı ve meçhul hissetmesidir.
İkincisi, yaşamak için insanın hedefine bir yön gösterilmesi veya icad edilmesi. Zira diğer bütün hayvanların aksine insanın en seçkin özelliklerinden birisi budur. Diğer hayvanlar niçin yaşadıklarını anlamıyorlar. Ama, insana; yaşa dedikleri zaman, hangi şekilde diye sormadan önce, niçin? diye soruyor.
Bu yüzdendir ki insana, sadece hangi şekilde yaşaması gerektiğini öğretmek yetmiyor. Aç olduğu sürece alışılmış hayat nimetlerinin ve bağışlarının peşinden gider. Aç olduğu zaman bu sorudan az veya çok uzaklaşır. Ama bu ihtiyacı giderildiği zaman, insan olmanın temel ihtiyaçları, nerede olması gerektiği söz konusu olur. Bu yüzden gerçek dine, mutlak dinî duyguya bugün daha çok, daha ciddi, daha hayati bir .şekilde ihtiyaç vardır.
Dini [dinleri] dikkatli ve alimce tanımayı gerektiren meselelerden birisi de şudur: Dinler tarihinin dikkatli bir şekilde incelenmesi bize şu büyük hakikati gösteriyor; tarihin gidiş yolunda din iki akıma sahiptir. Biri insanî akım, diğeri ise tarihî akımdır.
İnsanî akım ve insani gidiş daima canlıdır. Bugünkü insan, belki geçmişteki insandan daha çok dine ve dinin insani gidişine muhtaçtır.
Niçin muhtaçtır?
Çünkü, geçmişteki insanı gelenek ve geçmişe saygı, milliyet, toprak ve kan övünmeleri tatmin ediyordu. Maddi hayat için gösterdiği telaş onu meşgul ediyordu. Yeniçağın insanını, ilmî ve teknik keşifler bile ikna ediyordu. Ama bugün artık bunların hiçbiri bir şeye yaramıyor. Bütün bunlara sahip olmasına rağmen insan yine isyan ediyor, ölüm ve cinnet derecesine ulaşan bir isyan. Medeniyetin yıkılması ve bugünkü insan toplumunun yok olması korkusuna doğru giden bir isyan. Bu, geçmişin aksinedir. Geçmişte insanın cehaleti, zaafı, korkusu ve maddi ihtiyaçları din ile karışmıştı, her şeyi dinden almak istiyordu. Şimdi, ilim çoğu ihtiyaçları kaldırıyor, ama kaldırmadığı şey, yüce dindir. İnsana ve hayata anlam bağışlayacak bir din. Bugünkü insan, her zamandan daha fazla bu dine muhtaçtır.
İkinci akım, olumsuz akımdır, tarihe hakim olan akımdır. Bu, insanî ve dinî yönün zıddıdır. Egemen güçler tarafından, halkın zararına ve aleyhine, mevcut durumu açıklamak için kullanılıyor.
Bu iki din, tarih boyunca birbirlerine karşı daima mücadele ve savaş halindedir. Bu tarihin sonunda, biz şimdi dini iki görüş açısından inceliyoruz:
Biri bizim zamana ve asra bağlılığımız açısından. Bu asır ilim ötesi bir yorum arıyor, insanın yaşaması için bir anlam, bir ruh, bir iman ve yüce bir aşk arıyor.
İkincisi ise, bizim bir dinî kültür ve topluma bağlı olmamız açısından. Dinin o olumsuz akımı bütün tarihimiz boyunca hareket ve hakimiyet sahibi olmuştur. Halka, dinin kendisine, tarihimize, halkımızın hareketine ve toplumumuza karşı bir fonksiyona sahip olmuştur. Bu fonksiyonu göstermek gerekir.
Bu unsur, dinler tarihini ve dinleri tanıma konusunu, yeniden ilmî bir şekilde baştan başlayarak gözden geçirmemizi gerektiriyor.