İnsan, oldukça eski bir konu olabilir ve benim de ilk bakışta oldukça açık bir konuyu ele aldığım sanılabilir. Halbuki antropolojideki, beşerî bilimlerdeki hatta bütün bilimlerdeki tüm fenomenler içinde en meçhul konu insandır. Aristo'dan günümüze, insan hakkında yapılan tanımlamaları duyduğumuzda veya okuduğumuzda insanın farklı bilim dallarında gerçekleştirdiği onca gelişmelere ve ilerlemelere rağmen çağdaş bilimin, âlemdeki tüm fenomenleri insandan daha iyi tarif ettiğini ve tanımladığını görüyoruz. Zira Alexis Carrel'in dediği gibi 'insan şimdiye kadar her zaman dış âleme yönelmiş, âlemi, eşyayı ve maddî fenomenleri tanımaya çalışmış; ama hiçbir zaman dış âlemi tanımadan önce iç âlemi tanımak1 gerektiğini anlayamamıştır." Zira her şeyden önce, her türlü medeniyeti vücuda getirmeden önce, her kültürü ve her öğretiyi insan için ortaya koymadan önce insanı tanımalıyız. Ama ne yazık ki insandan başka her şeyi tanıyoruz!
Özellikle de son üç asırda eskiye oranla bilimler daha fazla ilerlemiş; insan, bir ölçüde tabiat ve eşya hakkında aynntılı ve doğru bir takım bilgiler edinmiştir. Ama John Dewey'in de itiraf ettiği üzere "günümüz insanı, insanı geçmişe oranla daha az tanımaktadır. Zira düşüncesini ve bilimsel çabalarını, daha çok dış âleme yöneltmiş durumdadır." Çünkü eski bilimlerin, dinin ve felsefenin şiarı: (Gerçi tüm filozoflar ve bilginler bu gerçeklere erişmiş değildi. Hatta belki de ne filozoflar ne de bilginler erişemediler), İnsanın özelliklerini ve insanın bu evrendeki misyonunu tayin
Ama son üç asırda Batı, Francis Bacon'a ait yeni bir ideal belirledi ve şu ana kadar da bu idealini korumaktadır. Bu ideal şuydu: Eski bilimler ve felsefeler sadece insanın, âlemin gerçeklen hakkında daha fazla bilgi edinmesini amaçlıyordu. Ama günümüz bilimleri bu hedefi bir kenara itmelidir. Bu misyonu atıp yeni bir misyon belirlemelidir. -Nitekim görüidüğü kadarıyla da bu misyonu yüklenmiş durumdadır- Bilimin diğer misyonu ise iktidardır. Francis Bacon şunu ilan etti: "Sadece insana hayatta güç kazandıran bilim ve felsefe gerçek ve
Bu çalışmalar, bilim ve felsefe dallarının son üç asırda sadece insanı daha güçlü kılmanın peşinde koşmasına neden oldu. Yani sanayi ve teknoloji ile sonuçlandı. O halde eski bilimler ve felsefeîer, insanın âlem hakkında bilgili (marifet sahibi) olmasını sağlamak içindi. Ama günümüz biliminin hedefi, bilimi ve bilimsel çalışmaları, teknolojiye dönüştürmektir. Zira bilimi insanın hayatında güce dönüştürebilen tek araç teknolojidir.
Kadim zamanlarda bilgisi olan herkes, daha birikim sahibi ve daha bilinçli idi; ama Bacon bunun bir değer ifade etmediğini belirtiyor. Ona göre en bilgili insan, en güçlü olandır. Yani daha silahlı, daha sermayedar ve daha zengindir. Bu açıdan bakıldığında, örneğin eskiden Atina daha bilgili, ama Roma daha güçlüydü. Bugün bilginin yegane hedefi, insanı yeryüzünde ve hayatta muktedir kılmaktır. Gerçi bu güç ve bu slogan kutsal bir slogandır; 2ira bilimin görevlerinden birisi, insanın maddî nimetlerden daha fazla istifade etmesini sağlamaktır. Ama bilimin yalnızca böylesi bir misyonla sınırlandırılması, bilime ve insana ihanet idi. Nitekim bilimin ve insanî düşüncelerin bu şekilde sınırlandtrıİmasının kötü sonuçlan, ortaya çıkmış durumdadır. Çünkü insanın hayatta muktedir olmasından daha yüce ve daha kutsal misyon, -elbette bu misyonu da bilim üstlenmelidir.- insanın hayatta daha iyi olması misyonudur. Halbuki Bacon'a göre bilim sadece insanın hayatta güçlenmesine ve tabiata hakim olmasına yardımcı olmaktadır. "İnsan nasıl iyi olabilir?" sorusuna bir cevap vermeyi asla düşünmemiştir. Bu yüzden bu çağın insanı, tarih boyunca tabiata en çok hâkim olan insandır; ama insan kendine hâkim olma açısından kültür ve medeniyetin olduğu her dönemden daha zayıf ve âcizdir.
Çağdaş insan, tabiatı geçmiş asırların insanından daha iyi tanıyor; ama kendini tanımak açısından çağdaş insan, geçmiş asırlardaki insandan daha geridedir.
En azından insanın daima peşinde koşturduğu, halledilmesi gereken ve bilim tarafından çözülmesi gereken bu temel meselelere cevap vermenin, kendi misyonunun bir gereği olduğunu hissederdi. Ama bugün bîr bilim adamına soracak olursak şöyle der: "Biz asla bu meseleleri halledemeyiz. Bunları kendi haline bırakmalı, düşünmemeliyiz. Ben sadece bir fenomeni veya birden fazla fenomen arasındaki ilişkiyi keşfetmek istiyorum. Böylece onu hizmete alarak teknolojiye çevirmeliyim. Onu üretmeli ve insanın eşyadan daha fazla istifade etmesini sağlamalıyım."
O halde insanın fikrî-manevî çabalarının tümünün hedefi sanayileşmektir. Teknolojinin ve sanayinin hedefi ise üretim ve tüketimdir. Yani insanın derin, kutsal, manevî, aklî ve mantıksal tüm çabaları, daha fazla tüketim içindir. Bu yüzden de günümüz medeniyeti, tüketim medeniyetidir. Tüketim ilkesi çağdaş medeniyetin en bariz özelliğidir.
Dünyanın uygar ülkelerinde hangi hükümete ve topluma bakarsanız bakın, tüketim ilkesinin, onlar açısından bilimsel bir dinî öğreti haline geldiğini görürsünüz. Bu, hiç kimsenin şüphe etmediği bir meseledir. Bu mesele, çağdaş İnsanı (manevî) anlamda eksiltmiş, küçültmüş, (dünyevî anlamda ise) muktedir kılmış; ama kötü yapmıştır. Halbuki insan, muktedir olmadan önce iyi olmalıdır.
Ikİ terim var ki ele aldığım konunun daha iyi anlaşılması için onlan anlamlandırmam gerekmektedir. (Çünkü onlara özel bir anlam veriyorum.) Bu iki kelime eşanlamlı olmadığı halde, halk dilinde eşanlamlıymış gibi kullanılmaktadır. Birisi insana "hizmet", diğeri insanı "ıslah" etmektir. Bu ikisinin iki ayrı anlamı vardır. Bunlar, iki ayrı kategoriye girmektedir. Biz bazen bir kişiye veya bir topluma hizmet ederiz, örneğin bir şehrin yollarını asfalt yaparız. Veya bir insana yüz ya da bin tümen para veririz. Ya da bir ev alırız. Bu bir kişiye veya topluma hizmettir; ama ıslah değildir. Bu hizmet, ıslah olmadığından bazen ihanete de sebep olabilir. Eğer insanı ıslah etmeden Önce ona hizmet edersem, bu hizmetim onun daha fazla sapmasına sebep olur. O halde insana hizmet etmeden önce onu ıslah etmemiz gerekir.
Bilim, insana sadece hizmet etmektedir. Bugün dünyada hangi bilim insanın ahlakî ıslahını üstlenmektedir. Hangi bilim, insanın yücelmesini sağlamaktadır? Hiçbir bilim!
Tüm bilimler, insanı tabiat hakkında bilgili kılmaktadır. İnsanı güçlendirmektedir. O halde bilim sadece insana hizmet etmektedir. Halbuki bilimin en kutsal, en acil ve en öncelikli misyonu, insanı ıslah etmektir, insanı tanımaktır. Zira bir kişi için (her ne kadar güzel ve lüks de olsa) ev yapmadan önce, bu evde yaşamak isteyen insanın nasıl birisi olduğunu bilmek gerekir. Niçin burada yaşamak istemektedir? Nelere duyarlıdır? Nasıl bir adamdır? Bunları bilmeden birine ev yapmanın hiçbir anlamı yoktur. Ne yazık ki biz İnsanı tanımadan, insan ve hayat hakkında hiçbir düşünce edinmeden önce medeniyet kurmaya, lüks bir hayat ve güç elde etmeye çalıştık. Bütün bunlara rağmen medeniyetimizin bundan daha görkemli ve büyük olması da mümkündür. Ama bu medeniyet insanın hayatını, misyonunu ve hayatının anlamını bilmediği İçin tüm büyüklüğüne, görkemine ve önemine rağmen insanı dejenere edebilir. Ben "edebilir" diyorum. Ama bugün böyle bir binada yaşayan bir düşünür, "dejenere olmamış" veya "dejenere olabilir" demez, "dejenere olmuştur' der.
Yazarlann, sanatçıların ve modern heykeltıraşlann kahramanlarına bakacak olursanız, kahramanlarının dejenere olduğunu görürsünüz. Bunların hepsi de tesadüf olamaz. Bu hususta Avrupa'yı daha yeni, hem de uzaktan tanıyan bizler hüküm veremeyiz. Aksine bu medeniyet ve bilim çevresinde yaşayan kimselere "kendini nasıl buluyorsun?" veya " bu ortamda yaşayan insan, nasıl bir insandır?" diye sormak gerekir.
Rotterdam2 şehrine gideniniz var mı bilemiyorum; orada oldukça ilginç ve incelemeye değer bir heykel vardır. Bu şehrin orta yerinde doğal olmayan, taştan bir heykel göze çarpmaktadır. Bu heykel bir iskelettir. Heykelin bileği, ekleminin üzerinde değil de pazısının ortasında yer almış, dolayısıyla ektemi de yoktur. Diğer kolu ve dizleri de keza böyledir. Ayak bileği de aynı şekildedir ve tüm parmaklan birbirinden ayrılmıştır. Boynu da başı da aynı şekildedir. Öyle ki uzaktan bakınca İnsan, bu heykelin o anda yıkılıp döküleceğini sanmaktadır.
20. Yüzyılın en meşhur eserlerinden biri olan J. P. Sart-re'ın "Bulantı" adlı kitabı çağdaş insanın hayatını betimlemektedir. Jean Isoulet'nin kahramanı, çağdaş insanın sembolüdür. Bir prens olan bu kahraman altın, debdebe ve görkem içinde yaşamaktadır. Ama dermanı olmayan bir derde müpteladır. Bizzat Jean Isoulet bu kahramanı yorumlarken şöyie diyor: "Bu kahraman Fransa'dır. Fransa, altının, gücün, medeniyetin ülkesidir. Yani tüm hayatî nimetler içinde yüzmektedir. Denilebilir ki F. Bacon'un bilim hakkında dedikleri gerçekleşmiştir. Ama öte yandan da dermanı olmayan bir derde duçardır."
Jean Isoulet bu kahramanın "Fransa" olduğunu söylüyor; ama bugün bu kahramanın "bütün bir medeniyet" ve "medenî insan" olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir kahraman da "Eliot'ınkidir3 Eliot, çağdaş insanı, çağın güçlü insanını daha tatlı bir şekilde tanıtmaktadır. Eli-ot'un romanının kahramanı olan Tiresias" eski Yunan tann-çalarından biridir. Bu tanrıça hünsâ bir tanrıçadır. Yani hem dişi ve hem erkektir. Bu kahraman, muktedir olan günümüz insanının sembolü olup, dünkü insandan iki kat daha güçlüdür. Ama bu nasıl bir iki kat büyüklüğe sahip olmaktır? Tıpkı bir hünsa gibidir. Normal insanın iki katı olan bir hünsadır bu. Eski insanın iki katı olmuştur. Ama kısır ve daha zayıf olan bir iki kat olmaktır bu. İnsanî açıdan bunun yansı olan eski insandan daha düşük bir konumdadır. Bütün bunlar neden yapılmış? Niçin medeniyet? Niçin bilim? Niçin bunca güce ve görkemli sanata sahip olan bu deha, böyle bir insan betimledi?
O da bir sonuç vermezse boş vermemiz mi gerekir? O halde bu medeniyeti kimin için vücuda getiriyoruz? Aslında bir medeniyet vücuda getirmeden, bilimsel bir yöntem belirtmeden ve bilim veya felsefe için bir misyon tayin etmeden önce tüm gücümüzle insanın nasıl bir varlık olduğunu ve ne kadar farklı, çeşitli boyutları olduğunu tespit etmeli ve daha sonra da bu bilgi esasınca işleri programlamalı, medeniyet vücuda getirmeliyiz. Bu bilgi temelinde bilimin misyonunu tespit etmeliyiz.
Bu önbilgiden maksadım şudur: Tanımadan, felsefeleri incelemeden, sanat hakkında hüküm vermeden, edebiyat hususunda görüş belirtmeden, hayatı, hatta dini ve felsefeyi tanımadan önce insanı tanımak gerek. Din, insanın kemali, kurtuluşu ve hayat yoludur. İnsanın en yüce ve en derin ihtiyaç-lannın cevabıdır; ama dini tanımadan önce insanı tanımalıyız. Eğer insanı tanıyacak olursak, onun için en iyi dini de seçebiliriz. Onca öğretiler ve ekoller arasında, çeşitli ihtiyaçları olan bu insan denilen varlık için hangisinin daha uygun olduğunu anlarız.
Dipnotlar :
1- "iç'len sûfilikteki "içi (derûn) kastetmiyorum, "iç’len maksadım "insan"dır.
2-
3 Eliot (1888-1965) bugünkü İngiltere'nin en büyük şairi, yazarı, filozofu ve edebiyat eleştirmenidir. Bugün ingiltere'deki en büyük edebî şahsiyetin Eliot olduğundan kuşkum yok.
Çeviren : Alptekin Dursunoğlu