İran’daki kanlı şah’ın yıkılışı ve İslam Devrimi’nin zaferi 20.asrın en dikkat çekici olaylarından biri değil, aynı zamanda insanlık tarihinin en önemli olaylarından biri olduğunu iddia edeceğim. Müşterek irade, hiç kimsenin İslam devrimine kadar şahit olmadığı, nazari bir araçtır. Profesör Hamid Algar’ın dediği gibi:
“Devrim gerçekte bir halk hareketi idi. Söylenebilir ki; İran’daki İslam Devrimi, modern zamanlarda eşi olmayan bir kitlesel siyasi katılım örneği idi. O, Batılı ülkelerin parlamento seçimlerini sadece zıtların oyunu olarak aşikar kılar. A.B.D’de azınlık bir seçmen seçimlere katılır ve böylece bu, halk iradesinin ifadesi olarak övülür.İran’da, ağır baskı, ölüm tehlikesi, parçalanma ve işkence karşısında tüm ulusun taleplerini fiiliyata dökmek için caddelere çıktı.”
Devrim, hiçbir etkin gücü olmayan tüm dini sekülarist faraziyelere meydan okudu. 24 yıl sonra hala İslam devrimi, onun feragatine ilişkin tüm hatalı kehanetlere rağmen, iktidardadır. Bununla beraber, herhangi bir devrimden sonra beklenmesi gereken ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Sorunlar her kime atfedilirse edilsin, sorunlar ve bu sorunların çareleri ne olursa olsun, biz Devrimi başarılı kılan dayanışma ve birliği asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Öyle görünüyor ki, bir çok İranlı uğruna mücadele edilmiş idealleri unutmuş ve kolaylıkla mücadeleden vazgeçmişlerdir. İran’ın bugün yüz yüze olduğu sorunlar karmaşasına girmeyi dilemiyorum, fakat bir kişiyi keşfetmek istiyorum; daha muayyen olarak İslam Devrimi için katalizör görevi görmüş ama zafere şahit olamamış bir münevveri. Tüm bunlar hakkında ne düşünürdü diye merak ediyorum. Kendisine atıfta bulunduğum insan İran İslam devrimi’nin fikri babası Dr.Ali Şeriati’den başkası değil.
İmam Humeyni’den sonra ikinci en önemli katalizör olarak kabul edilmesi gereken Dr.Şeriati hakkında herhangi bir tartışma, hemen hemen, yok gibidir. İran dışından çok kişi tarafından tanınmış olmayan, fakat İran devrimi öncesi eğitimli ve gençler arasında büyük bir etki üreten bir adam. O, günümüz İran’ında ardında bir cadde adı olan, fakat, bununla birlikte nerdeyse tüm eserleri yasaklanan bir insan. O, haklı olarak,tıpkı günümüz halkı gibi, zamanının dini sınıfına şüpheyle bakıyordu.
Her halükarda, Şia İslam içine yerleşmiş kendi köklerinden uzaklaşmak yerine O, onları ıslah etmeyi ve korumayı benimsedi. O, geleneksel dini düşünür değildir; fakat Dr.Ali Şeriati derinliğine dindar bir insandır ve onun için o dönemde İslam’a mugayir yönde gelişen şeyleri görmüştü. Bunun sonucu olarak,dostu, düşmanı aynı şekilde cezbeden yeni bir dini anlayış inşa etti.
Profesör Ali Rahnema’ya göre,
“ Şeriati kendi zamanının insanı idi. Kendi zamanının ruh halini, koşullarını, sorunlarını, acılarını ve makul çözümleri yansıttı. O, herhangi bir klasik klişeye uymaz. O’nu ‘şu ya da bu sıfat’la tasvir etmeye çalışanlar sadece o’nu tahrif ederler. O’nu heyecanlandıran ve uyandıran her ne yazmış, her ne söylemiş, her ne yapmış olursa olsun, muamma ve bilmecelerle doludur; tıpkı yaşamında olduğu gibi. Epikler ve mistikler memleketi Horasan’ın bereketli kültür toprağının hakiki bir ürünü olan Ali Şeriati, sözler kalıbında kendi ceddinin asil parçasıdır.”
O, bir münevverin, olması gerektiği şekliyle, kişileşmiş ve cisimleşmiş hali idi. O her zaman, “Sessizliği bozmaya geldim” derdi ve münevverin vazifesinin kitleleri uyandırmak olduğunu savunurdu ve o’nun yaptığı da bu idi. O, Devrimde doruğa çıkan, İran halkı’nın uyanışında bir fail idi. İran toplumunun tüm katmanlarından geniş kitlelerin ilgisini çeken Hüseyni İrşad’ta ateşli konuşmalar yapardı. Tartışmaktan çekinmezdi, aksine canı gönülden benimserdi bunu. Sürekli olarak insanları düşünmeye ve sorgulamaya davet ederdi.
O, halkının arasında Batılılaşmanın felaketi görmüş ve teşhis edip İslam’daki habis kansere bir deva aramıştı; çünkü İslam, Batı’da hüküm süren vahşi tüketim ahlakı ve materyalizm’e doğrudan tehlike idi ve hala öyledir. O, Batı’yı inceleyen ve anlayan ayrıca, irsi [kalıtsal] zayıflığını gören biri idi.
O, modern zamanın, Batı’nın söylevini dikte etmesine imkan veren, Müslümanlar arasında bir aşağılık kompleksi üreten İslâm düşünürlerinden değildi; fakat bunun yerine o, Batı’nın irsi zayıflığını ve kusurlarını ortaya koydu, gözler önüne serdi. O, kültürel yabancılaşma düşünceleri ve Emperyalizm’in ifratı ile şekillenmiş psikolojik hasar hakkında derin bilgiye sahip oldu. O, halkın İslam anlayışında, yorumlamasında devrim yaptı ve taze bir algı inşa etti. O daima zamanının aydınlarına, halka Marks hakkında okumalarını söylemelerini ve okuyunca neye değeceğini -ki hiçbir şeydir- görmelerini tavsiye ederdi.
Nispeten bugün “tüm müslüman” hükümetler arasında gördüğümüz şey, işte bu fikirlerin baskın halidir. O, düşünce ve kitapların yasaklanması gerçeğinin, aslında olduklarından daha fazla bir şey demek olduğunu anladı. Şah’ın komünizm baskısı o’na mutlak bir modaya uygun hava kazandırdı. Bu, bir çok İranlının o zaman Tudeh partisine [İran Halk Partisi] katılmasının ya da günümüzde Batılı herhangi bir şeye duyduğu ilginin nedenini açıklar. Biz, İranlılar olarak, muzdarip olduğumuz bu kültürel şizofreniden sakınmalıyız.
Muhakkak ki Ali Şeriati İslam devrimini müşahededen büyük sevinç duyardı, fakat, aynı zamanda, takip ettiği seyirden hoşnut olmazdı. O, yaşamak ve soluk alabilmek için daha açık bir ortam talep ederdi. O’nun tüm bu şeyleri arzu etmesinin nedeni, bunları yüce Peygamberimiz ve İmamlarımızın da aynı şeyleri talep etmesi yüzündendir.
Sevgili İmam Ali’yi anmak için, zamanın Mısır valisine öğretici bir mektubu ilave eder:
“Yönetiminizde adaleti gözetin, önce onu kendinize nefsinize uygulayın ve halkın rızasını kazanmaya çalışın; çünkü kitlelerin hoşnutsuzluğu, imtiyazlı azınlığın hoşnutluğunu giderir ve azınlığın hoşnutluğu, çoğunluğun hoşnutluğu içinde erir gider. Sıradan insan devlet ve din’in gücüdür. O, düşmana karşı savaşır. Bu yüzden, halkla yakın temas içinde yaşa ve onların refahını, mutluluğunu gözet.”
Maalesef bir çok müslüman “lider” ya unutmuş ya da ağır bir şekilde İslam’ın bu asli parçasının vurgusu altında ezilmişleridir; bu, istismar ithamı, ayrıca adaletsizlik ve onun müsamahakâr tabiatıdır.
Ali Şeriati’nin daima dediği gibi; İslâm, sabit [statik]bir anlamda değil, fakat evrim anlamında, bir ‘oluş’tur. O, tembellik ve hareketsizliğin katıksız pasif hali için mazeret olarak kabul edilebilen 12.İmam’ın yeniden zuhurunu bekleme kavramını yeniden yorumladı.
O, insanlara İmam’ı beklemenin, adaletli ve faziletli bir cemiyet meydana getirerek, O’nun gelişi için imkan hazırlamak demek olduğunu öğretti. Bu, İslam devrimi’nin, Hz.Peygamber [S.A.S]’ın devri olan yedinci asra bir dönüş değil, fakat nispeten 12.İmam’ın gelişi için bir hazırlık olduğunun izahıdır. Biz, adalet için bu çabayı sürdürmeli ve, İnşallah bizi zamanımızın adaletsizliklerinden kurtaracak, 12.İmam’ın gelişini hızlandırmaya yardım etmeliyiz.
Son zamanlarda İran siyaset sahnesinde, Şeriati gibi nutuklar çeken, sonradan bunun için tutuklanan Haşim Ağacari adında bir adamın zuhur ettiğini gördük. İronik olarak, yaptığı konuşma saygıdeğer Şeriati’nin şehadetinin 25. yıl anma törenine tesadüf etti.
Ateşli konuşmasında Ağacari şunları söyledi:
“Yıllardır genç insanlar Kuran’ı açmaya korkar oldular. Onlar dediler ki: “Kuran’ın ne söylediğini Mollalar’a gidip sormalıyız.” Sonra Şeriati geldi ve gençlere, bu fikirlerin iflas ettiğini söyledi. [O dedi ki] “Siz, kendi metotlarınızı kullanarak Kuran’ı anlamalısınız.” Bay Ağacari konuşmasını şöyle nihayete erdirdi: “ Bugün, her zamankinden daha fazla, Şeriati’nin müdafaa ettiği ‘İslami Hümanizm’ ve ‘İslami Yenilenme’ye ihtiyacımız var. Şeriati, [Mollalar] ve halk arasındaki ilişkinin -lider ve takipçileri, put ve tapıcıları arasındaki ilişki gibi değil- öğretmen ve talebe arasındaki ilişki gibi olmasını söylerdi. İnsanlar, sırf taklit eden maymunlar değildirler.”
Ağacari ve o’nun gibileri, Şeriati’nin bizatihi başlattığı mesajı devam ettiriyorlar. Dilerim ki, onların izlerini takip edelim. Son olarak, Başkan Hatemi bu gün “medeniyetler diyaloğu” hakkında konuşmakta; aslında bu gün ihtiyacımız olan şey, İranlılar arasındaki diyalogtur. Bir çok İranlı, İran’daki halihazırdaki siyasi ve sosyal gidişat hakkında bilgili olmaktan son derece uzaktırlar. Bu insanlar arasında, şiddetli bir şekilde devrime karşı olan, bununla birlikte devrime ilgi duyan ve İslam’a kendilerini adamış İranlılar; hatta dogmatik ve körü körüne ülke içinde vuku bulmuş olayları savunanlar İranlılar bile var… Her iki grup, henüz devrimin doğduğu zaman diliminde yaşıyorlarmış gibi görünüyorlar.
Halbuki işin doğrusu, şu anda devrim’in 24 yaşında olduğu ve bir çok düşünce ve idealin değiştiğidir. Günümüz İran’ında yeni şartlar ve kişilikler vardır. İran’da devam eden tüm bu hengame arasında, vakit çok geç olmadan, insanların unutulmuş devrimci Dr. Ali Şeriati’yi yeniden keşfetmelerini ve tetkik etmelerini diliyorum.
Çeviri: Murat Sürmen
Kaynak: The Iranian, 24 Şubat 2003
Yazar: Lawrance Rıza Erşagi, Edebiyat Fakültesi, Siyasi Bilimler; Kaliforniya Üniversitesi, Irvine.