Menyu
Biz Ve İkbal / Dr.Ali ŞERİATİ
YAZDIKLARINDAN SEÇMELER [TÜRKÇE]

Biz Ve İkbal / Dr.Ali ŞERİATİ

Muhammed İkbal, İslam kültürünün insanlığa kazandır­dığı bir fikir adamıdır. İslam insan ruhunu çeşitli yönlerde geliştirmiş ve büyük bir insan tipi oluşturmuştur. İnsanlık birçok büyük şahsiyetlerini İslam'a borçludur. İkbal onlardan birisidir. Ama İkbal'i bu büyük insanlardan ayıran özellik şu­dur:

 

İslam kültürünün büyük bir felakete uğradığı, hüzünlü bir sonbahar suskunluğuna girdiği ve Batının fikri sömürüsü al­tında kalarak ölüme mahkum olduğu bir anda ve bu felakete uğramış bahçenin bahçıvanının bile uykuya daldığı bir zaman­da İkbal bir şahlanış yapmış ve insan ruhunun çeşitli yönlerinde yükselmiştir. İşte böyle bir anda, bozguna uğramış ve kurumuş bir çölden ansızın servi ağacı gibi özgürce yüksele­rek dostun ve düşmanın gözlerim kamaştırmıştır.

 

Evet kurak ve yanık bir çölde yaşayan unutulmuş bede­vi, vahşi ve köle insanlardan 10 yıl içerisinde şahsiyetler yetiştirerek uygarlık tarihine yeni bir ruh veren ve yeryüzünde özel bir insan tipi oluşturan İslam değil miydi? Askeri, siyasal ve medeni açıdan süper güç sayılan iki imparatorluğun arasında kalmış fakir ve aciz birkaç kabileyi 25 yıl gibi az bir sü­rede Roma ve İran sömürgeciliğinden kurtararak özgürlüğe ka­vuşturan ve yığınları Doğu ve Batı egemenliğinden, zalimler­den, Kayserlerden ve kilise diktatörlüğünden kurtaran müca­hitleri yetiştiren İslam değil miydi?

 

İkbal, yalnız sözü île değil, kendi yaşamı île de sömürülmüş Müslümanlara büyük bir öğretici ve yol gösterici olmuş­tur.

 

O, İslam’ın cehalet, durgunluk ve dış askeri güçlerin ege­menliği altında iken bile yeniden büyük şahsiyetler yetiştire­bileceğini göstermiştir. Özlü, oldukça yüce, güzel ve güçlü ruh­ları İslam kültürünün kendisine inanan kişileri yeniden Ba­tının egemen kültüründen ve uygarlığından kopararak, kendi kucağında besleyebileceğini göstermiştir. Ve Avrupa sömürüsü altında yaşayan ve onun sömürüsüne boyun eğen bir ülkeden İslam kültürü İkbal'i yetiştirmiş ve insanlık dünyasına arma­ğan etmiştir. İkbal, birkaç boyutta yetişmiş bir ruhtur ve bu bir rastlantı değildir. İslam'ın ruhu böyledir.

 

İslam’ın Allah'ı, İslam’ın Kitabı, İslam’m Peygamberi, İslam’ın özel olarak eğittikleri, İslam'ın Medîne'si ve hatta cami’si böyledir. Allah Yahova'nın yani Yahudi tanrısının gücüne, İsa'nın Rabbinin rahmetine sahiptir. Kur'an Tevrat’ın topluma dönük niteliğine ve İncil'in ruhaniyetine sahiptir. Ve Hz.Muhammed [S.A], Musa gibi mücahit ve özgürlükçü, İsa gibi ince ruhlu ve seven; Medine silahlı Roma gibi güçlü, Atina gibi düşünceli ve hikmetli, cami, kilise gibi ibadet ve bilimsel akademiler gibi şura yeri ve Ali de bir işçi olduğu kadar siyasi bir önder, askeri bir kahraman, arif ve çok güzel bir konuş­macı, düşünceli bir hekim, sabır, suskunluk ve sevgi abidesi­dir.

 

İkbal bu ailenin çocuğu ve bu kültürün ürünüdür. Filo­zof, siyasetçi, mücahit, İslam’ı bilen, şair ve Doğu ile Batının kültürüne sahip bir kişidir.

 

Batılı filozofların gözünde İkbal, Henri Bergson’la eşit düzeyde bir kişidir. Ama hiçbir zaman felsefe O'nu aç ve se­fil bırakılmış halkının kaderini düşünmekten alıkoymamıştır.

 

Köşesine çekilip çok derin felsefi düşüncelere dalmayı fik­rî, bilimsel ve kuramsal tartışmalarda bulunmayı kendine iş edinmedi, tersine, İngiltere sömürüsüne karşı mücahitlerle birlikte ön saflarda savaştı. İslami ilimlere ve tarihe dalarak, bu­günkü kültür, uygarlık ve bilimden uzaklaşmadı, yabancılaşmadı ve eski çevreler içinde kalarak çürümedi; uygarlık, bilim ve yeni düşünce ile doğrudan temaşa geçerek 20. yüzyılın insanı oldu. Batıda tahsil ve araştırma yapmasına rağmen, Avrupa kültürü onu kendi halinden, kültüründen ve imanından yani İslam'dan koparamadı. Avrupa’nın taklitçisi bir profesör olmadı ki, Batıya yönelsin de, kendi halkına, halkının yaşamı, dertleri ve psikolojisine yabancı kalsın ve bununla da iftihar etsin.

 

Aklî ve felsefi görüş onu şiirin güzellik ve özelliklerinden yoksun bırakmadı ve şairliğin yüzeyselliği onu felsefi derin düşüncelerden alıkoymadı. Dinsel inanç onu tutuculuğa götür­medi ve «açık dünya görüşü» imanı gönlünden silmedi. Siya­set onu güncelliğin çerçevesine hapsetmedi ve irfan ruhunu ve duygularım yeryüzünden koparıp göklere yükselttiğinde, toplumun kötü alınyazısı toplumun siyasetine yön verme işini gözünden bir an için olsun uzaklaştırmadı. Kısaca Bergson gi­bi düşünüyor, Mevlana gibi seviyor, Nasır Hüsrev gibi ima­nın şiirini söylüyor, Seyyid Cemal gibi Müslüman halkların sömürüden kurtulması için savaşıyor, Tagor gibi uygarlığın mutlak akla yönelme faciasından kurtulması için çalışıyor, Karl gibi kurumuş insan hayatına ve cesedine dostluğun ve ruhun girmesini arzuluyordu.

 

İkbal bir din ve dünya insanı, iman ve ilmin, akıl ve duy­gunun. felsefe ve edebiyatın, irfan ve siyasetin, Allah ve hal­kın, ibadet ve cihadın, inanç ve kültürün, dünün ve bugünün kişisi, gecelerin abidi, gündüzlerin arslanı idi, tek bir kelime ile; ‘müslümandı’.

 

Kendisini kaybetmiş ve özünden soyutlanmış aydınlarımızın uyutulmuş halkımızın, yeni ve eski ilimlerde yetişmiş ki­şilerin onu tanımasının ne kadar önemli ve gerekli olduğu or­tadadır. Halkın bilgisizliğinden güç alanların, ışıktan korkan­ların, müslüman halkı uykuda tutmak için görevlenenlerle her zaman halk yığınlarını «koyun sürüsü» gibi görmek isteyen­ler İkbal gibi bir müslümanın adı anıldığı zaman korkmaları bizi şaşırtmasa gerek.

 

Hüseyniye-i İrşad kurumu 1957 yılmda İkbal'i bütün yön­leriyle tanıtmak için tüm İranlı ve yabancı düşünürleri, uz­manları bir araya gelmeye çağırdı. Amaç, asrımızda müslümanlara gurur verici düşünce ve uyanış sağlayan İkbal’in yü­ce ruhunun tanınmasıydı. Yabancı kişileri tanımaya mahkum olmuş İran halkı bu kez kendisinden olan bir çehreyi tanısın ve onun berrak aynasında kendi ruhunu ve kendi bütünlüğünü, kişiliğini, imanını görsün ve ‘İkbal’ olmayı bilsin ve onu görmekle, kaybolmuş imanına, dönsün, kendine olan inancı ye­nilensin.

 

Hayatını başarıyla tamamlamış bir büyük insanı tanıyo­ruz. Onun ruhunu kendi cesedimize üfürerek onunla yaşıyoruz ve bize yeniden hayat veriyor.

 

Hüseyniye-i İrşad kurumunun bu değerli ve faydalı hiz­meti belki şu dönemde ilk kez dünya üzerinde «islami fikir», «insanî görüş» ve uluslararası İslami bilimsel araştırma mantığına dayanılarak yapılmıştır. Böyle bir akımın öncüsünün asrımızda Muhammed İkbal olduğu görülmektedir. Müslüman­lar şu durgunluk ve suskunluk döneminde, daracık kavmiyet­çilik ve ulusçuluk çerçevesine sıkışarak İslam'ın öngördüğü evrenselliği öz İslami görüşü yitirip unutmuş bulunuyorlar. İslam'ın öngördüğü evrensel birlik hiçbir özel kavme ve toprak parçasına özgü değildir. Şimdi ise bu birlik bölünmüş durumdadır. Ne yazık ki müslümanlar inzivaya çekilip kendi içlerine kapanmışlardır, daracık tarihî geleneksel çerçeveler içerisinde, çeşitli hurafeler ve cahili inançlara, İslam dışı düşüncelere kapılarak veya İslami düşünceleri ters anlayarak ka­palı bir alanda ölüme mahkum olmuşlardır adeta. Ama bugün sorumlu İslami aydınlar tarafından düzenlenen böyle program­lar, İran başta olmak üzere zamanın ve insanlığın büyük penceresi üzerine çekilmiş, dar fikrî çerçeveleri kırmakta ve zamanın zalimleri tarafından bu bölünmüş vücudun bütünleşmesi için zararlı olmaktadır. Tüm bu çabalar, o «Tam Birliğin» o «İslami Birliğin» sağlanması ve bu birlik sağlanmadan İs­lam'ın canlılığım sürdüremeyeceği için bu binada yenileşme olması yönündedir.

 

Bu «Yenileşme» deyimi, Muhammed İkbal’in «İslami Dü­şüncede Yenileşme» adlı eserinin tam karşılığıdır.

 

Çalışmamızın İslami araştırmalar konusunda, manevî fik­rî, ilmî sahalarda İslam’ın tanınmasına iyi bir başlangıç olmasını ümit ediyorum. İnşaallah, gelecekte daha dikkatli, değer­li, faydalı araştırmalara tanık oluruz.

 

Özellikle yarı ölmüş İslami toplumların cesedine ruh üf­leyen Seyyid Cemal-i Afgani üzerinde de araştırmaların yapılmasını arzu ediyorum. Uyumuş Doğunun uyanması için ilk kez bağıran odur, ama hala kuşkulu fikirlere bulanmış eller onun gölgesinden bile korkmaktadır. Şimdi bile hatırasını le­kelemektedirler. O yalnız İslam toplumlarım ve İran toplumunu değil, esaret zincirine vurulmuş tüm ulusları, Frantz Fanon'un deyimiyle «Yeryüzünün Lanetlileri»ni etkilemiştir. Onun hakkında da tartışalım ve onu tanıyalım. Ondan yalnız söz edelim demiyorum. Belki Seyyid Cemal ve İkbal gibi ki­şileri tanımak yalnız bir tek kişiyi tanımak değil, bir 'Din'i ve bir îdeolojiyi tanımaktır ve kendi durumumuzu bilmektir. İk­bal bir dönemin başlangıcıdır. Biz İkbal'i ve Seyyid Cemal'i tanımakla, bu kişileri yetiştiren ideolojiyi düşünüyoruz, bu­nun içindedir ki Seyyid Cemal ve İkbal’i tanımak, İslam'ın özünü tanımak, müslümanları tanımak, şimdi ve gelecek za­manı tanımaktır.