Menyu
İnsanlık ve Halkın Gücü: Dr. Ali Şeriati’ye Bir Övgü / Dr. Mohammad Omar FAROOQ
HAKKINDA YAZILAN MAKALELER [TÜRKÇE]

İnsanlık ve Halkın Gücü: Dr. Ali Şeriati’ye Bir Övgü / Dr. Mohammad Omar FAROOQ

En despot rejimlerden biri [Şah monarşisi]’nin yıkılışı 20.yüzyılın en dikkat çekici olaylarından biridir. Bir kimse, Ulema hakimiyeti altında bir İslami Cumhuriyetin kuruluş şartlarındaki devrim’in sonucunu makul ve ya hayal kırıklığı olarak kabul etsin ya da etmesin, modern olayların gözlemcilerinin ilgi konusu olmuş bu devrimin en dikkat çekici tarafı devrim’in ehemmiyetine vurgu yapan bir kitle hareketi olmasıdır. Aslında, devrime rehberlik eden hareket içindeki—hem mutlak hem de izafi önemde-- kitle katılımının niteliği, hala eşi, benzeri görülmemiş bir dayanışmadır.

 

Ulema, özellikle Humeyni’nin rolü dünya çapında büyük ilgi çekmesine rağmen, devrimin ahlaki alt yapısını biçimlendiren başka güçlü etkiler vardı. Sözü edilen etki kaynaklarından biri, Dr. Ali Şeriati idi. Fransa Sorbonne [Sorbon] Üniversitesi’nde eğitim almış bir sosyolog. Monarşi karşıtı duruşu ve modern eğitimli İran devrimi öncesi  genç nesli arasındaki popüler etkisi yüzünden SAVAK* tarafından İngiltere’de öldürüldü.

 

Yansıtmayı istediğim Şeriati’nin etkisinin, örneğin asli sosyokültürel bir değişimi arayan Bangladeş’i de içine alan, bir çok toplum için özel bir ilgi alanı olan üç özel görünüşü vardır. Bir kimse Şeriati okurken, bakış açısının mezhepçi olmamasına rağmen, O’nun Şia zeminin farkında olmalı. Herkes, Sünni mezhebin seçme üzerine ve Şia’nın seçilme üzerine yaptıkları vurgu arasında fevkalade bir uzlaştırmaya giriştiği  seçme ve seçilme [Selection or Election] kitapçığında Şeriati’nin köprü kurmaya çalışan yaklaşımının güzel bir misalini bulabilirler.

 

İnsaniyet: İslam ve “İnsanlık” Denilen Irk

 

Dünya’nın bir çok harikası hakkında kim ne biliyor ? Ben, Taç Mahal, Piramidler ya da Çin Seddi dahil, bu dünya harikalarını ziyaret etme fırsatı bulamamış zavallılar arsındayım. Bir çok yakınım ve dostlarım bile bu harikalardan bazılarını ziyaret etmiştir. Birkaç yazılı doküman ve belge kaynağı müstesna, tanıdıklarımın yaşadığı tecrübelerden mütevellit hararetli hikayelerle bilgi sahibi oldum. Bu hikayelerin ana teması, bu yapıların bize ilham ettiği korku ve hayranlıktır. His ve tecrübe hemen hemen evrenseldir. Pekala, hemen hemen!

 

Şeriati, deneyimi ve hikayesi İran Devrim’i öncesi zaman diliminin modern, eğitimli bir çok müslümanına tesir etmesi bağlamında bu istisnalar arasında olacaktır.

 

Maalesef O, İran dışında çok az.-ya da yaygın sayılamayacak bir şekilde- tanınıyor. Dünyanın bu şaşkınlık veren harikaları başka bir çokları gibi alay etti O’nunla…O’nun tecrübesi, insanlıkla uyum halindeki bir yüreğin şehadet etmesidir.

 

O, kendini dünyanın çeşitli bölgeleri; Yunanistan’dan Mısır’a, Çin’e, ve Vietnam’a götüren insan mirası ve medeniyetiyle derinden ilgiliydi. O da, dünyanın bu harikaları karşısında dehşete kapılmıştı. Fakat o, bir çok gözlemcinin muhtemelen dert edinmeyeceği bir takım benzersiz tecrübe siluetleri elde etmişti..

 

O, “Mazlum İnsanların Durumu Üzerine İlgili Bir Müslüman’ın Düşünceleri” adlı eserinde Piramitlerden birini ziyaretine ilişkin tecrübesini anlatıyor. Bu, okunması gereken bir eserdir.

 

“Tüm içtenliğimle, yapılar [Piramitler] hakkında rehberin açıklamalarını dinlemeye başladım. Öğrendik ki; köleler, altı büyük, üç küçük piramit inşa edilsin diye Asvan’dan Kahire’ye sekiz yüz milyon taş blok getirmek zorunda kalmışlar. İçinde Firavunların mumyalanmış vücutlarının muhafaza edileceği bir bina inşa etmek için dokuz yüz yetmiş mil uzaklıkta olan bir yerden Kahire’ye sekiz yüz milyon taş blok getirilmiş. İç taraf, beş mermer bloktan meydana geliyor. Blokların dördü duvarlar için ve biri tavan için kullanılıyor. Mermer blokların çapının ağırlığını tasavvur etmek için mezarın tavanı kullanılıyor; piramit’in tepe noktası tamamlana kadar bu blok üzerindeki milyonlarca taş bloğun diğerlerinin tepesine -birer birer- doldurularak tamamlandığını gözünüzde canlandırmanız yeterlidir. Beş bin yıl öncesinden bu yana, tavan bu ağırlığı desteklemektedir.”

 

“Bu harika iş karşısında hayrete düştüm. Üç dört yüz metre uzaklıkta dağılmış bazı taşlar gördüm. “Onlar nedir? diye rehber’e sordum. O, “Hiç bir şey. Sadece birkaç taş blok” dedi. Yüzlerce mil mesafe uzaklıktan ağır taş blokları getiren otuz bin köle yüzünden, alışılageldiği şekilde, onlardan bazıları ağır yükleme sebebiyle kırılmış. Hakkında araştırma yaptığım yer, onların gömüldüğü yer. Köleci sistemde öyle önemsizdiler ki, binlercesi toptan bir kuyu içinde gömülü idiler. Hayatta kalabilenler ağır yükleri taşımak zorundaydılar. Rehber’e, toz haline gelmiş köleleri görmek istediğimi söyledim. Rehber’den, “Görecek bir şey yok.” diye bir nida yükseldi. O, Firavunlar sırasıyla Piramitlerin yanına gömülmüş mezarları işaret etti.Bu, ruhlarının da köleler gibi hizmet etsinler diye yapılmıştı; tıpkı bedenlerinin ettiği gibi…”

 

Rehber’den beni yalnız bırakmasını rica ettim. Sonra, bu kuyulara gömülü halde olan insanlara kendimi çok yakın hissederek mezarlara gittim ve yere oturdum. Aynı ailedenmişiz gibi hissettim. Her birimizin farklı coğrafi alanlardan olduğumuz gerçektir; fakat bu farklar insanlığı sınıflandırmak için bir temel olarak bakıldığında, önemsizdir. Çünkü bu olgu [Fenomen] sebebiyledir ki, yabancılar ve yakınlar ortaya çıktı. Ben, bu sınıflandırma ve bölme sistemi içinde olmadım. Bu yüzden, içimde bu mazlum ruhlara ilişkin sıcak his ve sevgiden başka bir şey beslemiyorum. Arkamdaki piramitlere baktım ve, tüm görkemlerine rağmen, bana çok yabancı ve uzak olduklarını fark etim! Başka bir ifadeyle, tarih boyunca benim atalarımın kemikleri üzerinde yükselen medeniyetin bu muazzam anıtlarına karşı derin bir nefret hissettim! Atalarım Çin Seddi’ni de inşa ettiler. Yükleri taşıyamayanlar ağır taşlar altında ezildi ve taşlarla beraber duvara konuldular. Bu -atalarımın eti, kanı pahasına- medeniyetin tüm bu anıtları nasıl diktiğinin ifadesidir. Lütfen, “Mazlum Halkların Durumu Üzerine İlgili Bir Müslüman’dan Yansımaları” okuyun. Lütfen şunu not edin:

  

Bu, Müslüman Halkların durumu değil, fakat “Mazlum Halkların” durumu. Şeriati’nin bu çalışmasını ilk okuduğumda hissettiğim şeyleri tasvir etmem imkansız.

 

Birkaç dakika yalnız kalmak ve Şeriati ruhu; insan ruhu ile aynı tonda olmaktan başka bir şey elimden gelmiyor. Yeni bir şey hissettim; bir ahenk hissi. Bunu, daha önce de duyumsadığımı hissettim. Bu; -hepsi kendi başına insan varlığında haklı ve şüphe götürmez bir yere sahip olan- mantık ya da aklilik değil, bilim ya da teknoloji değil, matematik ya da felsefe değil; fakat saf, taze ve aslı bozulmamış bir öz. Ne olduğumuz; hangi ideoloji ya da inancı savunduğumuzu dikkate almaksızın, kendimizi  indirene ya da bu asli insanlık seviyesine yükseltinceye kadar, o zaman kadar, bizim insani tecrübemiz ve kimliğimiz kopuk ve ahenksiz olacaktır. Belirtilmelidir ki, böyle bir insani odaklanma, özel bir geniş kapsamlı ve dengeli şekli istisna, hiçbir surette İslam ve Müslümanlara has değildir.

 

Aslında, Şeriati’nin yalnızlığa sığındığı bu kısacık zaman dilimi ve hissettiği, hissetmek istediği şey empati; insanlık empatisi’dir. Bu da, Bengalli Asi Şair ve Bangladeş’in milli şairi olarak ün salmış Kadı Nazrul İslam’ın eserlerinde telaffuz ettiği şeyin en kısa özetidir. Örneğin o, şunu kaleme dökmüştür:

 

…Başkalarının acısını hissedebilmek, hakiki asil acı duygusudur. Hiç kimse, böyle bir ıstırap duygusunun gerisinde herhangi bir bencillik ve gaye bulamaz.Bu böyledir; çünkü o’nu ruhun gerçek doğasıyla uyumlu hale getiren, kendini onunla özdeşleştirmeye olanaklı kılan tecrübe;, ıstıraptır.

 

Başkalarının kederini anlamakta derin bir mutluluk hissi vardır. Bu; yaşayan, diri kalbimizin yatağında uçsuz bucaksız uzayıp giden güzel bir pınar gibidir.Bu ıstırap, tıpkı yüce peygamberlerin yüreklerinin derinliklerinde insanlıkla ahenk halinde tecrübe ettiği ıstırap gibidir. Bu acı sözlerle ifade edilemez. Aynı şekilde bu, insanoğluna kutsallık bahşeden bir arayıştır. O, fedakarlığın dingin huzurunun bu acının son noktasındaki samimiyette hasıl olmasında kendini gösterir. Herkes, haz ve mutluluk ölçüsünü bu meyve bahçesi ve ebedi ıstırap meyvelerinde bulur…

 

Istırap ve kederimiz sayesinde, kendi acılarımız gibi dünyanın acı ve ıstırabını kucaklayabildiğimiz zaman, sadece o zaman ruhlarımız asalete doğru kanat çırpar ve sınırları genişler. Biz, o zaman hakikat’in bilgisine erişir, güzel’i idrak ederiz. Ve, demek ki bu nedenle, mutluluğu hakikaten fedakarlıkta hissediyoruz; bu nedenle başkaları için gözyaşı dökebiliyor ve hatta tüm bu acı, keder, ıstırap ve üzüntü içinde olanlar uğruna ömrümüzü adıyoruz.”

 

[Kadı Nazrul’un, Nazrul Rochonaboli’deki  “ Jibon Biggan” [Hayat bilimi: Acı ve Istırap asaleti] 1996, Bengal Akademisi, C. 4, S. 7- 8 adlı yazısından alınmıştır.]

 

Kuran, Şeriati ve “Halkın Gücü”

 

Eğer bir kimse, İran Devrimi’ne tekaddüm eden gerçek halk hareketini anlamak isterse, kitleleri harekete geçiren bazı temel katalizörleri anlamalıdır. Pekala, şimdi bu suali yöneltelim. Sosyal değişim ve değişimde en asli unsur nedir?

 

Sosyolojik geleneklerin en mükemmelinde eğitim almış bir sosyolog olarak Şeriati, Kuran’ı sırf hukuk ve ibadete ilişkin prensipler ortaya koyan rehber bir kitap’tan öte şeyleri muhteva eden bir Kitap olarak değerlendirdi. Dr. Şeriati’nin düşüncesi bu bağlamda, “İslam Sosyolojisi Üzerine” kitabını okunması zorunlu bir kitap haline getiriyor.

 

Çalışma saham din sosyolojisi ve tasarım işimle alakalı olduğu için, bir tür İslam kaynaklı, Kuran terminolojisi ve İslami literatürden hasıl olan sosyolojiyi sistemleştirmeye çalıştım. İslam ve Kuran çalışmamda karşılaştığım hakikatlerden biri, Peygamber [S.A.S]’in sünneti ve vazifesini ifa ediş metoduna özgü bilimsel tarihi ve sosyolojik teorilerin varlığı idi. Burada kastedilen şey, Kuran ve O’ndan alınan muayyen ayetlerden, Peygamber [S.A.S]’in kullandığı felsefe[Hikmet] ve muayyen metotlar ya da  Peygamber [S.A.S]’in siyasi, sosyal, psikolojik ve ahlaki yaşamından; ayrıca bunların modern bilimsel metotlarla tetkik edilmesinden farklı bir şeydir. Kastettiğim şey, tamamen farklı bir şeydir.Şöyle ki; Kuran’dan bir dizi yeni konular ve tarih, sosyoloji ve insan bilimlerine ilişkin motifler çıkardım. Kuran, ya da İslam, bizatihi düşünceler menbaı değil midir?

 

Halihazırda, İslam sosyolojisi’ne ilişkin tartışmayı dilediğim konu hem sosyoloji hem de tarih’in en büyük çıkmazlarındandır: Toplumların değişim ve gelişiminde temel faktör araştırması.Bir toplumun birdenbire değişim ve gelişim ya da bozulmasına ve gerilemesine neden olan temel faktör nedir? Bazen bir toplumun müspet sıçrayışına; bir ya da birkaç ülke rotasında karakterini, ruhunu, gayesini ve formunu tamamen değiştirmesine sebep olan, ferdi ve içinde varlığını sürdürdüğü sosyal ilişkileri kökten değiştiren bu faktör nedir? [S,42-45]

 

Dr. Şeriati daha sonra, cevaplamaya giriştiği bu sorunun çeşitli teorilerini araştırıyor. Bazıları tarih ya da sosyoloji’ye hiç inanmaz, “sadece geçmişin değersiz hikaye derlemeleri olarak eder.” Onlar bilimsel anarşizm ya da “araz”a başvururlar. Materyalistler ve tarihsel determinizm’e inanan ikinci grup “ tarihin en başından şu güne dek tarih ve toplumun herhangi bir istemden yoksun bir ağaç gibi olduğuna inanır[lar]. Acaba menşe olarak o bir tohum muydu? Bu grup; insan toplumlarının, tabiat alemindeki doğa kanunlarıyla tamamen eşdeğer bir rolün insan toplumu içinde oynanan tespit edilmiş faktör ve kanunlara göre, tarih boyunca uzun bir hayat çizgisi üzerinde yol kat ettiğine inanır. [S, 45-46]

 

Üçüncü grup, kahramanlar ve şahsiyetler üzerinde durur. “Bu, İslam Peygamberi [S.A.S]’in biyografisini kaleme almış Thomas Carlyle*, R.W.Emerson* ve benzerleri gibi büyük bilginler yanı sıra, Faşizm ve Nazizm’i de muhteva eder. Bu grup, kanunların güçlü ve toplum üzerinde hiçbir tesiri olmayan güçlü şahısların ellerindeki bir araçtan daha fazla bir şey ifade etmediğine inanır. Vasat ve vasat altı insanlar aynı derecede toplum değişiminde hiçbir paya sahip değildirler. Onlar da, başkaları tarafından kullanılacak araçlardır sadece. [S,46]

 

Toplumun genelin teşkil eden halkın, kendi kaderlerinde tespit edilmiş rolü oynadığına dair bir görüş bir görüş de vardır; fakat hiçbir düşünce ekolü, Antik ve hatta modern formlarında bile demokrasi, kitlelerin  sosyal gelişim ve değişimde temel faktör olduğunu iddia etmemişlerdir. Bireysel müminler iki gruba ayrılabilir. Birinci grup, ortaya çıkan ve toplumu değiştiren Buda, Hz. Musa [A.S] ya da Hz. İsa [A.S] gibi büyük şahsiyetlere inananlardan müteşekkildir. Bunlar saf-kahraman müminlerdir. Diğer grup ise, elit müminlerden müteşekkildir. [S,47]

 

O, şöyle devam ediyor:

 

Genel olarak her düşünce ekolü, din ve peygamber tarafından tebliğ edilen bu konular, o ekol içindeki temel ve etkin sosyal değişim faktörünü de teşkil eder. İşte bu yüzdendir ki biz, Kuran’ın, başından sonuna, hitabının Nass’a; yani insanlara yapıldığını görürüz. Peygamber [S.A.S] Nass’a gönderilmiştir; bizatihi Nass’a hitap eder. Bu, davranışlarından sorumlu Nass’tır. Peki Nass gerilemenin temel faktörü müdür?. Sözün özü, toplum ve tarih’in sorumluluğu Nass tarafından yüklenilmiştir.

 

Nass sözcüğü, bir çok karşılığı ve eş anlamı olan son derece kıymetli bir sözcüktür. Fakat, yapısal ve fonetik olarak, ona benzeyen biricik sözcük “kitle” sözcüğü’dür.

 

Sosyoloji’de kitle; kendi aralarında ya da bir grubu diğer gruptan ayıran karakteristik özelliklerin olduğu sınıfsal ayrımlar gözetmeksiniz, bir varlık olarak bir araya gelmiş tüm insanlara tekabül eder. “Kitle”, bu yüzden herhangi bir özel sınıf ya da sosyal  form olmaksınız , bu şekilde teşkil olmuş insan topluluğu demektir.

 

Nass, insan kitleleri ile tamamen eş değer anlama sahiptir; ilave bir anlamı yoktur. İnsan ve beşer sözcüğü de insanoğluna tekabül eder; fakat bu sözcükler,sırasıyla, ahlaki ve hayvani özelliklere de atıfta bulunur.

 

Biz bundan aşağıdaki sonuca varıyoruz :

 

İslam, tarih ve toplumun tetkikinde -Nietzsche’nin düşüncesinde olduğu gibi, seçilmişler; Platon’un savunduğu gibi, aristokrasi ve soyluluk; Carlyle ve Emerson’un inandığı gibi, yüce şahsiyetler; Alexis Carrel’in tahayyül ettiği gibi, saf kanlılar; papazlar ve entelektüeller değil ama- sadece kitleleri asli, temel ve şuurlu bir faktör olarak kabul eden ‘ilk sosyal düşünce ekolü’ dür.

 

Dr. Şeriati’nin Nass’a odaklanmasında herhangi bir Kurani teyit var mıdır? Şimdi onu değerlendirelim.

 

Bu, insanlık zincirine tekabül eden Kuran’ın Cihan-ı Şümul [Evrensel] ilahi vahyi’dir:

 

“EY İNSANLAR [Nass]!  Sizi bir tek can[lı]dan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden [haklarınızı] talep ettiğiniz Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah, üzerinizde daimî bir gözetleyicidir.” [Nisa suresi,1Ayet]

 

Kuran, İbrahim Peygamber [A.S]’ı insanlığa imam olarak takdim ediyor:

 

Ve [şunu hatırlayın:] Rabbi, İbrahim'i buyrukları ile sınadığında ve İbrahim de bunları yerine getirdiğinde ona "Seni insanlara önder yapacağım!" demişti. İbrahim de sormuştu: "Benim neslimden de mi [önderler çıkaracaksın]?" [Allah] cevap vermişti: "Benim ahdim zalimleri kapsamaz."[Bakara Suresi 124.Ayet]

 

 

Mekke Şehri Kuran’da, sadece özel bir grup insan için değil, tüm insanlığın [Nass] sığınak ve mabedi olarak takdim ediliyor:

 

 

“O ZAMAN Biz Mâbed'i insanların tekrar tekrar yöneleceği bir hedef ve bir kutsal sığınak yapmıştık: Öyleyse İbrahim için vaktiyle belirlenen yeri ibadet mahalli edinin. Nitekim Biz, İbrahim ve İsmail'e emrettik: "Mâbedimi, onu tavaf edecekler için, onun yakınında tefekküre dalacaklar için ve [namazda] rukû ve secde edecekler için temiz tutun."[Bakara Suresi 124.Ayet]

 

Müslümanlar sadece kendileri için değil, ama tüm insanlık için; şüphesiz Allah tüm insanlığa merhamet eder:

 

“Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir toplum olmanızı istedik ki [hayatınızla] tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olasınız ve Elçi de sizin huzurunuzda ona şahitlik yapsın. Ve Elçi'ye uyanlar ile ökçeleri üzerinde gerisingeri dönenler arasında açık bir ayrım yapabilmek amacıyla senin, [ey Peygamber,] daha önce yöneldiğin hedefi [bu topluluk için] kıble olarak tayin ettik: Şüphesiz bu, Allah'ın doğru yola ulaştırdığı kişilerden başka herkes için zor bir sınavdı. Allah sizin inancınızı kesinlikle göz ardı etmeyecektir; zira, unutmayın ki Allah insana karşı en şefkatli olandır, rahmet kaynağıdır.” [Bakara Suresi 143.Ayet]

 

İnsanlık bir’dir ve tek bir varlıktır:

 

“BÜTÜN İNSANLIK [Nass] bir zamanlar bir tek topluluktu; [sonra ihtilafa düşmeye başladılar], bunun üzerine Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi ve onlar aracılığıyla hakikati ortaya seren vahiy[ler] bahşetti ki bununla insanların farklı görüşler edinmeye başladıkları her konuda karar verilebilsin. Buna rağmen, kendilerine hakikatin bütün kanıtları geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı onun anlamı hakkında ihtilafa düşenler bizzat bu [vahy]in tevdî edildiği aynı insanlardı. Ancak Allah, inananları, kendi iradesiyle, üzerinde ihtilafa düştükleri hakikate sevk etti; çünkü Allah, [ulaşmak] isteyeni doğru yola ulaştırır.” [Bakara Suresi 213.Ayet]

 

 

Kuran, insanoğluna derin bir güven hasreder ve onları sorumlu bir davranış sergilemeye davet eder:

 

“Gerçek şu ki, insanlar [Nass] kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez…” [Raad Suresi 10.Ayet]

 

Dr. Şeriati tarafından İslam ve Kuran ışığında vurgulanan “kitle” fikri, Devrim arkasındaki kitlesel harekette aşikar olduğu üzere, gerçekten çok güçlüdür. Maalesef, “kitle”ler o kadar kolay tahrik ediliyorlar ki, çoğu kez , kapitalizm ya da sosyalizmde olsun, bir çok toplumda olduğu gibi kendisini tarih ve sosyal değişimler içinde daima ikincil bir pozisyonda bulmuşlardır. İran’da Şah rejimi’nin devrilmesiyle sonuçlanan kitle hareketi, şimdilerde elitist, aşırı muhafazakar ve hakikatte kitlenin gücüne inanmayanlar tarafından altüst edilmiştir. Şeriat’ın [İslami yaşama yolu] en salt namı içinde, Ali Şeriati ruhu’nun sahnenin gerisine itilmesine şaşmamalıdır. Şeriati’nin eserlerinin hatırlanacak hiçbir ehemmiyeti kalmamıştır. Şeriati’nin, belki de Humeyni’den sonra en mühim ikinci katalizör olarak telakki edilmesi gerektiğine ilişkin, hemen hemen hiçbir tartışma yoktur.

 

Kitle: Şeriati’den Sufle Almak

 

Dr. Şeriati’nin kitleye [Nass] ilişkin oldukça ilgi uyandıran ve aydınlatıcı düşünce formülasyonunu keşfediyorum. Maalesef, Dr. Şeriati’den sufle almak için yapılan çalışmalar yok denecek kadar az. İnsanlar birer ‘güç santrali’dirler. Hakiki liderler, insanların şuurlanmasına vesile olan, güçlerinin farkına varmalarını temin eden ve arzulanan sosyal değişim ve gelişim istikametinde onlara güç kaynağı olacak asli güçlerini kullanmalarına yardım edenlerdir. İnsanlar “halk gücü”nün şuuruna eriştikleri, ilim ve irfanla yetkinleştikleri oranda, tarih tuvalinde insanın makul yerini bulacakları konusunda umudumuzu korumalıyız.

 

Dr. Şeriati, Kuran hakkında -okuduğum ilk andan itibaren- İslami anlayışımı ve bakış açımı  yeniden biçimlendiren çok derin bir yorum yapıyor. Kuran Allah’ın ismi ile başlıyor ve herhangi bir özel kural ya da kanun; herhangi bir akide ya da ibadet; şahsiyet yada ferdi, ya da herhangi bir mümin ya da taraftar grubuna  ilişkin  vurguyla nihayete ermiyor. Nispeten; İnsanlar, kitle [Nass] ile nihayete eriyor.

 

En son sure Nass suresi’dir ve Kuran’ın en son sözü Nass’tır:

 

“DE Kİ: "Sığınırım ben insanların Rabbine,”

“insanların Hakimine,”

“insanların İlahına;

“fısıldayan sinsi ayartıcının şerrinden,”

“insanların kalbine fısıldayan;”

“görünmez güçler[in] ve insanlar[ın bütün ayartmaların]dan." [Nass Suresi 1-6 Ayetler]

 

Yukarıda telaffuz edilen düşüncenin en önemli sonucu, -özellikle Müslümanlar arasında- yaklaşım ve bakış açımızın istikamet belirlemede önemli bir değişikliğe ihtiyaç duyduğumuzdur. [Bengal, Janata, Janagon’daki] İnsanlara atıfta bulunmak çok alışılmış bir şeydir. Ama fiili olarak tüm bunlar sadece hilekarlıktır. İnsanların yetkinleştirilmesini, diğer bir çokları arasında pek nadir bulunan kitle [Nass] empati ve saygı seviyesinin teminini gerektirir. Müslümanlar, ve maalesef çoğunlukla, İslami hareketler bile, en genel anlamda, bu, insanlara en küçük bir saygı duymama rahatsızlığından muaf değillerdir. Şah rejimi’nin yıkılmasına sebep olan kitle hareketi arkasındaki en karakteristik faktörlerden birini anlamak için, en başta liderlerin halka saygısı ve empatisi değerlendirilmeli.

 

Tahmin edin, geçen asrın en yanlış anlaşılmış liderlerinden hangisi şunu demiştir: “ Biz halihazırda, kitlelerin rehber ve entelekte rehberlik vazifesi gördüğü, onları Doğu ve Batı tarafından maruz bırakıldıkları tahkir, aşağılanmalara karşı imdada yetiştikleri bir asırdayız. Bugün, insan kitlelerinin hareket halinde oldukları gündür; onlar, kendilerine  daha önceleri rehberlik etmek için uğraşanlara rehber olmuşlardır.”

 

Kitleler kendilerine yetmezler. Kitleler ve liderlik arasında bir zincir olmalı: İnsanlarla empati kuran, onlara saygı duyan, güvenen ve insanlara inanan liderlik. Kadı Nazrul da hakiki liderliğin bu çehresini [şöyle] vurguluyor:

 

“Aciz bir insanı güç santraline dönüştüren kişi,

Bana, O’na aşk’ın ihsan edildiği İmam’ımdır.”

 

[“Her zamankinden güçlü ol” eseri, Nitto Probol Hou. Nazrul Rochonaboli, Cilt 3, S. 302-304, 1996]

 

Müslümanlar [sadece] Allah-u Ekber nidalarıyla dünya’ya katkı sağlayamayacak ve değiştiremeyeceklerdir. Onlar, sırf dogma ve ibadetlerle, tarih’in taşıyıcıları olamayacaklardır. Müslümanların, güçlerini insanoğlu olma ve gücü zırh edinmiş bir vaziyette hakiki güçlerini idrak etmeye ihtiyaçları var. Elitist ve seçkinci tavır ve bakış açısı İslam tarafından lanetlenmiştir. Müslümanlar, kendilerinden ziyade “insanlık [Nass] için yaratılmış” bir toplum [Ümmet] olduklarını unutmuşlardır. [Ali İmran suresi 110. Ayet]. Ne yazık ki, İnsanoğlu [Nass] için yaratılmış salt bir toplum, kendini insanoğlundan tecrit etmek için o kadar katılaştırıyor ki. İnsanoğlu için ilk ve evrensel mabed olan Mekke’nin  halihazırda birkaç seçkin tarafından sığınılan ve muhafaza edilen bir yer haline gelmiş olması ne hazin. Müslümanlar, öyle görünüyor ki, Şeriati’nin, ruhu ile -insan ruhuyla- alakalarını kesmişler. Öyle görünüyor ki biz çok farklı şeyleri arzuluyoruz. Peki ya, İnsanoğlu neyin peşinde koşuyor? Tahmin ediyorum ki bu, Nazrul’un “Yeniden İnsan Ol” una herkesi çağırmaya teşvik eden şeydir.

 

Haydi, birkaç dakika insanlık ile ahenkli bir şekilde Şeriati’nin ruhunda mola verelim.

Haydi, ibadetlerimiz tüm insanlığı kuşatır olsun.

Haydi, insanoğlu olarak bizlere ihsan edilmiş gücün farkına varalım.

Haydi, “insanların gücü” nü hareket geçiren nitelikli liderliği arayalım.

Haydi, “insanların gücü” yarının tarihini yazma vazifesini üstlenmesi için birlikte çalışalım.

 

Dr. Mohammad Omar Farooq

Initial draft: September 2000

 

 

Çeviri: Murat Sürmen

 

Kaynak: http://www.globalwebpost.com/farooqm/writings/islamic/ali_shariati.html

 

 

 

*[1795-1881]  İskoç asıllı İngiliz Tarihçi ve Kraliçe Viktorya Dönemi’nin önemli simalarından biri.]

 

*[Teslis inancına muhalif olarak vazife yapan ilk Muvahhid Din görevlisi Amerikalı  şair.]

 

*Sazman-i İttilaat ve Emniyet-i Kişver: İran İstihbarat Teşkilatı

 

Mezkür ayetlerin meali: Muhammed ESED