80’li yıllar Türkiye’de yoğun okumalar dönemiydi, İslam dünyasının önemli merkezlerine ait yazarların eserleri hızla, aceleyle ve özensizce, bazen birkaç farklı isimle parçalar halinde Türkçe’ye çevriliyordu. Bu yazarlar arasında Ali Şeriati’nin ayrı bir yeri var. Onun da eserlerinin çoğunluğu farklı isimlerle, bazen parçalara ayrılarak Türkçe’ye çevrildi ama bu çevirilerin çok az kısmı kötü çeviri furyasının kurbanı olmaktan kurtulabildi.
Şeriati 80’li yıllar boyunca, -ağırlıklı olarak çözülmüş konferans metinlerine dayanmasının büyük etkisiyle- kötü çevrilmiş kitaplarıyla da olsa İslamcılık düşüncesini çok farklı bir şekilde açan bir yazar olarak ilgi gördü. Onun konferanslarında ve kitaplarında anlattığı İslam, bu dini çağdaş dünyaya ait bir dil ve duyuşla yeniden anlama ve anlatma yetkesini kazanma sorumluluğunu yüklüyordu bireye. İslamcılık bu tanımıyla mevcut dini cemaatleri, partisel oluşumları, tarikatları hatta varoşları etkilemekle birlikte, yeni bir dalganın adıydı. Bu dalganın en belirgin özelliklerinden biri müslümanlığı sağcılığın ve padişahcılığın yanına yerleştiren geleneksel siyasal bakış açısına muhalefetse, bir diğeri Batı medeniyetini, onu tanıyarak aşma çabasıdır. Şeriati’nin yaşantısındaki ve fikirlerindeki karışıklıkları ve dalgalanmaları bu açıdan da değerlendirmek gerekebilir: O, kendi dönemi içinde sağcı bir paradigmayla anlaşılan İslamiyet’i, hiyerarşiden uzak ilişkileri, sosyal adaleti ve düşünce özgürlüğünü kapsayan bir açıdan kavramaya çalışıyordu.
Şeriati’nin estetik görüşü ise, Türkiye’de de Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, ve benzeri şairlerde temayüz eden modern şiire dönük ilgiyle örneklendirilebilecek bir açılıma sahip görünmektedir. İran modern şiirinin öncüsü Nima Yusiç’in yanı sıra, yaşadığı dönemde dindarların pek de itibar etmediği, buna karşılık Söhrap Sepehri gibi geleneksel şiirin temalarını modern şiirde yeniden üreten bir şairi etkileyen Furug Ferruhzad da, daha 50’li yıllarda Şeriati’nin ilgiyle takip ettiği bir şairdi. Üniversite öğrenciliği sırasında Şeriati, kış gecelerinde uzun paltosuna bürünmüş olarak, kolunun altına modernist şair Ehevan’ın yeni çıkan şiir kitabıyla dostlarının evlerini dolaşıyor, onlara modern şiirin erdemlerini ve imkanlarını anlatıyordu. Ali Rahnema’ya göre Şeriati, kuşaklar boyu süren bir telkin sonucunda oluşan edebi zihniyet çerçevesini kırmak için, bilinçli olarak geleneksel şairleri ve onların şiirlerini küçümsüyordu. (1) Meşhed’in soğuk kış gecelerinde siyah paltosu üzerinde edebiyat ve siyaset konulu toplantıları dolaşarak, toplantıya hakim olan görüşleri aykırı sorularıyla karıştırıyordu.
Gençliğini kitap okuma ve cihat etme gibi iki amaç ve ilgiyle geçirdiğini, asla neşeye ve zevki için vakit geçirmeye alışamadığını yazıyor, Yalnızlık Sözleri’nde. Başka bir yerde ise kendini, ‘Güçlü bir düşünür, iyi bir hatip ama hayat yolunda felçli ve bastonsuz yürüyen bir hasta, aynı zamanda güvenilecek ama sürekli dalgalı bir gerçek’ olarak tasvir ediyor. (2) Yıllar sonra gençliğini değerlendirirken, onca yıldan geriye bir yenilgi tadından başka bir şey kalmadığını ifade edecek kadar melankolik bir kişiliğe sahiptir. Babasıyla arkadaş, esasında kendini babası kadar yaşlı duyan, babasının giysilerini giymeye alışkın olan bir delikanlıdır, hüzünle hatırladığı. Hüznü seviyor hatta bu hüzün, babasıyla birlikte paylaştığı mazoşist bir duyarlılığa kadar varıyor. Şu da var ki o dönemlerde güçlü olduğunu da hatırlayacaktır daha sonra; güçlü ve kararlı, bilinçli ve akıllı. Üniversite öğrencisi olduğu dönemlerde içinde bulunduğu gruptaki arkadaşları onu güçlü hitabeti, espri yapma yeteneği ve nezaketiyle hatırlıyorlar. Yine de genetik olduğunu düşündüğü hikmet aşkıyla, karşısına çıkan güçlü ve çekici ideolojik tuzakları aşmış, yüzlerce uçurumdan sapasağlam kurtulmayı bilmiş olduğunu vurguluyor. İnsanları kendine çekmesini sağlayan kementleri ise şöyle sıralıyor: “Din, ilim, şiir, siyaset, ahlak, dostluk, kalem, tedbir, mantık, akide, duygu, akıl, zeka, plan, psikoloji, sosyoloji, renkler, çehreler, yollar, çeşitler, metotlar ve ruhumda değişmeyen gücüme dayalı şeyler...” (3)
Üniversitede öğretim üyesi olarak çalıştığı dönemlerde bütün öğretim üyelerinin uyduğu kurallara uymayı reddedecektir. Geç giriyordu derslere, geç çıkıyordu, sınavları unutuyor, konferanslara gecikiyor, evine haftada bir uğruyordu; düğününe bile gecikmiş olarak gitmiştir. ‘Çatı, düzen ve tekrar’ olarak gördüğü aile düzenine uyum sağlayamıyor, nerede olursa olsun kendi kozasında yaşıyordu. Yalnızlık Sözleri’nde bir yerde, “Hayatım boyunca (...) kitabı sevgiliden, tartışmayı nağmeden, nesiri şiirden, felsefeyi duygudan, hamaseti gazelden, azameti saadetten, derdi lezzetten, isyanı rahatlıktan, acıyı tatlılıktan... üstün ve ikna edici görüyordum ve hala öyle görüyorum” (3) şeklinde ifade etmektedir, hakiki eğilimlerini.
Hayatı yazma ve konuşma arasında bölünmüş gibidir ve açık ki konuşmalarına dönük büyük talep nedeniyle istediği ölçüde, istediği gibi/kadar yazamamıştır. Yine de günümüz müslümanlarının hayat tarzları bağlamında büyük bir sorunu olarak gördüğü dil-üslup-estetik üzerine çağdaşlarına nispeten şaşırtıcı metinler bırakmıştır geriye. Görüşleri sıklıkla kaba genellemelerle daraltılan bir yazarın tırnakların biçimi ya da Hafız’ın şiirlerindeki su imgeleri üzerine sayfalarca yazı yazması nasıl değerlendirilmeli?.. (4) Kelimeleri ve yazıyı her zaman -kapısız ve penceresiz de olsa- hayattaki en önemli sığınağı saydığını, bazen bir kelimeyle bir ay yaşadığını kaydediyor. Rahnema’nın ifadesiyle, ‘müslümanların terminolojisinde bulunan terimleri alarak, sakin ninniler elektrik akımlarına dönüşene kadar bu terimleri yeniden yorumluyordu. Tevhid, şirk, din, Şiilik, namaz, hacc, adalet, eşitlik şefaat, gaybubet hatta taassup bile müslüman ailelerde yetişmiş milyonlarca aydın için anlamıl ve faydalı kavramlar haline geliyordu.’ (5)
Şeriati’yi Türk okuyucusu 80’li yıllarda özellikle dönemin ruhuna uygun kitaplarıyla tanıdı. İçinde bulunduğumuz yıllarda ise hayatını öne çıkaran kitapları, hakkında yazılan kitaplarla gündemde. Geçen yaz aylarında Kapı yayınları tarafından yayınlanan Ali Rahnema’nın Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi’ni ve onu takiben İhtar yayınlarınca basılan Puran Şeriati’nin ‘Eşim Ali Şeriati’sini okumuştum. Çoğunluğu Hüseyiniye İrşad’daki konuşmalarından oluşan kitapları dışında, kişisel hayatını bir çok açıdan sakınımsız bir dille anlattığı Kevir ve Türkçe’ye Anka Yayınları tarafından iki cilt halinde çevrilen Yalnızlık Sözleri, Şeriati biyografilerinde sıkça atıfta bulunulan eserler. Şeriati’yi tanımak açısından önemi yadsınamayacak bu sonuncu kitaba yapılacak başvuruların da dikkate alması gereken bir özelliği var: Ne tam olarak gerçek yazılanlar, ne de bütünüyle hayal ürünü. İsimlerde, kişilerde, mekanlarda gerçekle hayal çok sık yer değiştiriyor, birbirine karışıyor.
Bu kitapların hepsinin ortak teması sanki, bir yüzüyle çok sosyal ve arkadaş canlısı olan, arkadaşları tarafından da her zaman aranılan ve sevilen, ülkesinde ve Avrupa’da sayısız konferans veren ve bu konferanslarda büyük kalabalıklara konuşan, üniversite hocalığı sırasında saatleri belli olmayan dersleri bazen gecenin geç saatlerine kadar süren bir yazarın koyulaşan yalnızlığı. Hayatının yazılarında her zaman atıfta bulunduğu ‘Prometaus kadar trajik’ bir döneminde ise bu yalnızlığı, herhangi bir sanatçının olağan hissiyatı olmaktan öte bir baskıyla onu kuşatmıştır. Rejim yanlısı molla-devlet-solcu aydınlar- terörizme meyleden ‘yurtsever’ militan gruplar; Şeriati’yi hayatının anlamını teşkil eden konuşma ve yazma edimlerinden uzaklaştırmaya, dahası onu düşündüğünden farklı konuşmaya ya da yazmaya zorlayan baskıcı odaklar olarak görünürler bu kitaplarda. Şah rejimine yönelik muhalefetiyle dikkatini çekerek yakınlaştığı, evlenmek için bir mücadele verdiği eşinin de kendisine beklediği kadar destek olmadığını, onu sıradanlaşan dünyasına çekmeye çalıştığını anlattığı paragraflar, Yalnızlık Sözleri’nde sık sık karşımıza çıkıyor. 1977’de İran’ı terketmeden hemen önceki aylarda had safhaya ulaşan yalnızlık duygusunu şöyle anlatmış : ‘...Daha önce iş, çaba, halk, konferanslar, yazarlık, yenilgi, zafer ve sorumluluklarda unuttuğum yalnızlığımı şu anda açık bir şekilde anlıyor, her gün daha kötü ve korkunç bir hale geliyorum.’ (6)
‘Yüce varoluş için kavga veren, varoluşun yüce sevniçlerinden yoksun kalmalıdır’ diyor, Kierkegaard. Hayatın aleladeliğinden ve insanları bu aleladelik etrafındaki küçük ve yüzeysel amaçlarla idare etmeye sevkeden tembellikten duyduğu tiksinti, Rahnema’ya göre Şeriati’nin bütün iyimserliğini ve insanlığa olan bütün inancını yavaş yavaş temelinden kemirmekteydi. Şahsi benlik savaşının hiç bitmediği resmi parti ya da örgütlerdeki makamlar onu hiç çekmiyordu; çağdaşlarına göre de bunlara hiç özlem duymuyor veya onlar uğrunda hiç gayret sarfetmiyordu. (7) Daha ileriki yıllarda ise düşüncelerini derinleştirmesine katkıda bulunacak bir muhite sahip olmamanın üzüntülerini dile getirecektir.
Türkiye’de çok okunduğu halde hayatı o kadar da iyi bilinen bir yazar değildi Şeriati 80’li yıllarda. Kitaplarındaki dağınıklık, düşüncelerindeki dağınıklığın bir göstergesi gibi okunuyordu. İran’daki hasımları onu ‘sünni’ olmakla itham etmişlerdi, Türkiye’de kitaplarının çok okunmasından rahatsızlık duyanlar ise onun şiiliğini ve marksizmden etkilendiğine ilişkin rivayetleri hatırlatıyorlardı.
Hayatının son yıllarında kendi ülkesinde konferanslarının gördüğü büyük ilgi nedeniyle suçlamalara maruz kaldı ve inzivaya itilmek istendi. Şah rejimi onu babasını hapiste tutarak susması ya da kendi istedikleri doğrultuda yazılar yazması için baskı yapmaya devam ediyordu. Dindar bir kişinin aydın olamayacağını düşünen solcu aydınlar, marksizmi çok iyi bilen ve sol terminolojiyi dini kavramlar açısından açmaya çalışan bu güçlü hatibin, dindar ailelere mensup solcu gençler üzerindeki etkisi nedeniyle kaygılanıyorlardı. Dini bir kökleri de olan silahlı mücadeleden yana militan gruplar, kendilerine mesafe koyduğu için ondan hoşlanmamaya başlamışlardı. Bazı mollalar, yine bir mollanın oğlu olan bir yazarın Şia’nın Bihar’ul Envar ve Usul-i Kafi gibi en önemli kaynaklarını ve bunlarla bütünleşen geleneği ‘Safevi Şiası’ başlığı altında eleştiriye tabi tutması nedeniyle tedirgin oluyorlardı. Diğer taraftan Şeriati de Savak’ın sıkılaşan gözetimi karşısında kendisine rahatlama alanı açan bir taktik sayarak, mollalara yönelik eleştirilerine, düşündüğünden, yapmak istediğinden daha fazla ağırlık vermeye devam ediyordu. (8)
Maceradan yana olmaması, arkadaşları arasındaki ortak siyasal eğilimlere aykırı olsa da, başkalarının yargılarını çok fazla önemsemeden düşüncelerini ifade etmeyi sürdürüyordu. Sağlığında onu desteklemeye devam eden mollalardan biri olan Mutahhari’yi bile sonunda kendisinden uzaklaşmaya zorlayacak denli ‘politik’ olmaktan uzaktı dili. Buna karşılık, saldırganca ortaya konuldukları zaman bile karşıt fikirlere gösterdiği hoşgörü ve sabırla öğrencilerini etkiliyordu. (9) Onu ‘vahhabi, sünni, yalancı, hain, fesat, dinsiz, din düşmanı, mürted, Batı tarafından zehirlenmiş, sömüreciliğin maşası, fareli köyün kavalcısı, İslam Hukuku ve Tarihinden habersiz bir cahil...’ şeklinde isim ve sıfatlarla suçlayarak susturmak isteyen bir grup molla, kitaplarının yasaklanması sağladıkları gibi, bu kitapları, dindar gençlerin gözünden düşmesini sağlayacak fetvayı vermesi için o dönemde Necef’te sürgünde bulunan Ayetullah Humeyni’ye göndermişler ama Humeyni, bu konuda yapılan bütün telkinlere karşılık Şeriati’nin okuduğu kitaplarında yasaklanmayı gerektiren bir ifadeye rastlamadığını vurgulamıştı. (10)
Yazarı inzivaya zorlayan bütün bu baskılar, perdeli ve örtük anlatımların, maske kişiliklerin, uzak diyarlara yönelik göndermelerin de nedeni olmuşlardır. Pek çok okurunun, gerçek bir yazar, bir bilgin sandığı Şeriati’nin sık sık atıfta bulunduğu Chandel’in aslında Şeriati’nin bir hayal ürünü, ikizi olduğunu yazan Rahnema, bu ismin arkasına gizlenmeyi yazarın bir fantazisi saymayı yeğliyor gibidir. Şu var ki İran’da Şahlık rejimi yıllarında mevcut olan ağır sansür şartları nedeniyle, düşüncelerini uydurdukları isimlere atıfta bulunarak açmak, yazarların yaygın olarak başvurdukları bir yöntem olmuştur. Siyasal ve sosyal şartların inzivaya, gizlenmeye ve zindana zorladığı şair ruhlu ideoloğun hayal dünyasında yarattığı ikiz kişilik Tunuslu bir İslamolog, hayali kız arkadaşı ise Paris’teki öğrencilik yıllarındaki ev sahiplerinden birinin yeğeni olan, bir deniz kazasında ölen Solanj.
Klişe cümleler, yaygın ilgiler ve açıklama cevapları karşısında Şeriati, öteki ihtimallerden sözeden biri olarak herkesten ayrı bir yerde duruyordu. Sözgelimi şah rejiminin başörtüsü yasaklarını eleştiriyor ama başörtüsü örtmediğinden hareketle bir kadının iffetli ve namuslu olmadığı yargısında bulunulmasına da itiraz ediyordu. Gençlik yıllarından itibaren kadın meseleleriyle ilgili olduğu anlaşılıyor. 1952 yılında yaptığı birkaç çizimden birinde ellerine bağlanmış zincirleri kıran bir kadını resmetmiştir.
Genel yönelimin dışında kalmaya yönelik duruşunun mizacının bir parçası olduğunu ortaya koyan bir fotoğraftan sözediliyor. 1961’de Paris’te, sekiz yıl önce ordu tarafından vurulmuş olan Musaddık yanlısı üç öğrenci için İran sefaretinin karşısında İranlı öğrenciler bir toplantı düzenlerler. Bu sembolik toplantıda, şehitlerden birinin kızkardeşi olan Şeriati’nin eşi Puran’a toplantıyı düzenleyenler bir buket çiçek sunarlar. Toplantı sırasında çekilen toplu fotoğrafta Şeriati’nin ön sırada karısının yanında durmak yerine ‘her zamanki gibi’ ayrı bir yerde durduğu görülüyordu. Düşünceli silueti, kalabalığın ortasında bir yerde zorlukla farkediliyor. (11)
Vaizler Şeriati’ye saldırmak için hem kalemlerini hem kürsülerini kullanıyorlardı. Tudeh ajanları onu istedikleri doğrultuda yazılar yazmak için zindandan da ağır felaketlerle tehdit ediyorlardı. Aydınlar onun dini kültürü modern hayata kazandırmaya dönük çabalarıyla irticaya hizmet ettiğini öne sürüyorlardı. Evinde, -ailesinin muhalefetine rağmen evlenmek için bir mücadele verdiği- eşinin yanında da huzur bulamaz olmuştu. Geriye yalnız kelimelerin tesellisi kalıyordu, başından beri olduğu gibi. Şu var ki kelimeleri içinden geldiği gibi kullanacağını umduğu sürgün hayatının başlangıcında, gücü tükendi. Belki artık hayatı kaldıramaz oldu, belki de öldürüldü; Rahnema buna pek ihtimal vermese de, eşi Puran ve hayatını yakından izleyen dostları öldürüldüğüne inanıyorlar. (12) Her durumda şurası açık ki 44 yıllık ömrünü, zıt düşüncelerin çatışmasına açtığı bir alan olarak yeterince zor ve ağır yaşadı.
Bana kalırsa Şeriati içinden taşan kelimelerin kalabalıklardaki yankısından duyduğu korku nedeniyle de kendisini yalnızlığa sığdırmaya çalışmış, buna karşılık onu önce sürgüne, sonra ölüme götüren bir yalnızlığın baskınına uğramıştır. Yalnızlık Sözleri ve Rahnema biyografisi, işte bu çağrılan-kaçılan yalnızlığın hikayesini birçok açıdan görmemizi sağlıyorlar. Belki de Yalnızlık Sözleri’nin okuyucusu, daha verimli bir okuma için, alegorilerle hakikatler arasındaki geçişleri kavramayı kolaylaştıracak bir ‘Şeriati üslubu’ ön bilgisiyle eline almalı iki kalın cilt halindeki kitabı. Rahnema biyografisi, Şeriati’nin dönemi içinde ne denli ayrı bir yerde durduğunu anlamaya imkan verecek kadar titiz ve kapsamlı bir çalışma. Sonsözde ise belirgin olarak yazarın Şeriati’yi kafası karışık-bilinci yaralı bir İranlı düşünür olarak tanımlama eğiliminde olduğu izlenimine kapılıyor okuyucu. Her biyografi çalışması, konu aldığı kişiyi kimi yönleriyle var ederken, eksik anlattığı yönleri nedeniyle de daraltıyor.
Yukarıda Şeriati’nin, modern şiire ilgisinden ve klasik şiire yönelik eleştirilerinden sözetmiştim. Gelgelelim, Paris’teki öğrencilik yıllarında bunaldığı dönemlerde Şeriati Mevlana’da teselli aramamış değildir: ‘...İki şey dışında herkes benden ayrılmış veya ben onları terketmiştim. Herkes ve herşey bende bitmişti. Bu iki şeyden biri Mevlana’nın Mesnevisi, diğeri ise yalnızlığımdı’ diye yazıyor. (13)
DİPNOTLAR
1-Ali Rahnema, Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, Tercüme: Zehra Savan, Kapı Yayınları, 2006, sf. 111.
2-Yalnızlık Sözleri, Tercüme: Okan Sevinç, c. I, Anka Yayınları, 2003, sf. 225.
3-YS, c.I, sf. 149.
4-YS, c.II, sf. 414, 416.
5-Rahnema, a.g.e., sf 177.
6- YS, c .I, sf. 262.
7-Rahnema, a.g.e., sf. 207, 136.
8- YS, c. I, sf. 260.
9-Rahnema, a.g.e., sf. 254.
10-A.g.e., sf. 393.
11- A.g.e, sf. 140.
12- Eşim Ali Şeriati-Bir Yaşam Portresi, İhtar yayınları, sf. 243, 244.
13- YS C.I., sf. 49.