Menyu
Göller Bölgesi'nde Bir Ada Olmak / Ümit AKTAŞ
HAKKINDA YAZILAN MAKALELER [TÜRKÇE]

Göller Bölgesi'nde Bir Ada Olmak / Ümit AKTAŞ

Şeriati kimi kez Marksist, solcu, saplantılı bir Şii, kimi zaman varoluşçu, ve batı hayranı olarak anlaşılmaktan kurtulamamıştır. Ama Cemil Meriç'in deyimiyle o, Göller Bölgesi'nde bir adadır. Ve Şii olmasına rağmen Şiiliğe karşı radikal eleştiriler getirir.


Şeriati'nin kitapları, 1980'den itibaren Türkiyeli Müslüman okura, ihtiyaç duyduğu devrimci ruh ve coşkuyu kazandırmanın yanı sıra, aşkı ve şiiri ve bir dizi batılı düşünürü de tanıtarak sevdirdi. Malum, dindar olmak çoğunlukla neşesiz, ciddi, disipliner, mesafeli, soğuk, felsefe ve şiire uzak, aşka ve tutkulara karşı kuşkulu bir yaklaşım anlamına gelmektedir. Özellikle ‘80' öncesi yıllarda. Gazali okumalarıyla ‘yaşanan' tüm olumlu katkılarına rağmen Seyyid Kutup ve Mevdudi'nin batılı literatür ve düşüncelere karşı yarattığı olumsuz havayla batılı düşünürlerden uzak duran genç jenerasyon, büyük ölçüde Sezai Karakoç ve bilahare Ali Şeriati'nin etkileriyle bu taassubunu yenebilecektir. Şeriati'nin etrafındaki devrimin oluşturduğu aura, belki bir süre onun gerçek düşünsel kimliğini görmeyi engelleyecektir. Pozitif anlamda o bir devrimci şehittir, negatif anlamda ise bir Şii kozmopolit. Gerçekte ise ülkesinde dini ve edebi bir tahsil görmüş, Fransa'da ise sosyoloji dolayımla batı düşüncesini hem tanımış, hem de bu düşünceyle hesaplaşmış bir aydındır. İklimi içerisinde yetiştiği kültürden ve inançtan aldığı feyzini, geniş tuttuğu bir ufukla, batılı düşünürlerin de katkılarıyla zenginleştirerek, İslam dünyasına yepyeni bir perspektif sunabilmiştir: Devrimci, mistik, özgürlükçü, Şii (Muhammed ve Ali sevdalısı anlamında) bir entelektüel; sorumlu ve mücahit bir aydın.


Tüm bunların birleşimi, ister istemez yanlış anlamlara müsait bir düşünce, dil ve kişiliğe yol açacaktır. Böylesine netameli bir düşünürü Sünni ve muhafazakâr bir kültüre çevirmek ise başlı başına bir problemdir. Şeriati'yi doğru anlamak yanında, kullandığı dili anlamak, referanslarına muttali olmak, öte yandan ise Türkçeye çeviri hâkimiyetine sahip olmayı gerektiren karmaşık sorunun ve sorumluluğun üstesinden de gelmeyi gerektirmektedir. En basitinden, daha yeni çevrilen Şeraiti biyografisinde İran Devrimi'nin olduğu yıl, bu kadar önemli ve henüz hafızalarımızda olan 1979 yılı. 1978 olarak çevrilmiştir.


Şeraiti disipliner bir yazar ya da bilim adamı değildir. Kitapları konuşmalarından derlenmiş ya da konuşma üslubu ile kaleme almıştır. Geniş yürekli, geniş ufuklu, fırtınalı bir ruha sahip bu huzursuz insanın yazdıkları, oldukça geniş bir referans çerçevesine de sahip olunca elbette bir çeviri ve anlaşılma güçlüğü ile karşılaşılacağı ortadadır. Beri yandan çevirmenlerimizin izan kıtlığı ya da sansür merakları, Şeraiti gibi devrimci bir ruhun anlatımını çoğu kez katleder. Yine de o kimi kez Marksist, kimi solcu, kimi saplantılı bir Şii, kimi varoluşçu, kimi batı hayranı olarak anlaşılmaktan kurtulamamıştır. Ama Cemil Meriç'in deyimiyle o, Göller Bölgesi'nde bir adadır.


Birkaç kitabının redaksiyonunu yaptığım Şeriati çevirilerindeki en önemli teknik problem, özellikle konuşmalarından derlenen metinlerdeki yer ve kişi adlarının, anlaşılmadığından yerlerine garip kelimelerin uydurulmasıydı. Söylendiği gibi kaleme alınan bu kelimeler, anlaşılmamak, umursuzluk ve dikkatsizlik gibi nedenlerle her yazımında biraz daha uzaklaşmışlardı mecralarından. Öte yandan Şeriati'nin üslubundaki savrukluk ve serazatlık onu sürekli bir yanlış anlaşılma sorunuyla karşı karşıya bırakmaktaydı. Şeriati ise bu husus da oldukça umursuzdur ve en hassas meselelerde bile oldukça riskli yaklaşımlarda bulunmaktan asla çekinmez. Onun bu havası, Şeriatistler açısından ister istemez korunma ve savunma mekanizmalarını da harekete geçirir.


Beri yandan, bazı yaklaşımları İslam dünyası için gerçekten de oldukça yenidir. Benim için de oldukça çekici olan Adem'in Cennetten düşüşü ve Habil'le kabil'in kavgalarına olan yaklaşımı geleneksel anlayışlar açısından oldukça provakatör bir üslup ortaya koyar. Hıristiyan, Marksist ve Varoluşçu literatürden yararlanarak ortaya konulan yorumlar oldukça sarsıcıdır ve yanlış anlamalara müsaittir. Freud, Marks, Massignon, Delacroix, Mozart, Talmud, Mani, Buda, Maeterlinck... isimleri, onun üslubunda serbestçe dolaşırlar. Bu alışılmadık tarzıyla Şeriati, İslam'ın yerel, kültürel, tarihsel bir din olarak anlaşılmaması gerektiğini ısrarla vurgular. Sadece Müslümanların değil, batıcıların da ezberlerini bozar. Şaşkınlığa uğratır insanları. Bir Şii olmasına rağmen Şiiliğe karşı da keskin ve radikal eleştiriler getirir. Kurumsal ve otoriter dini anlayışları sevmez. Mistik, anarşist, aşk dolu bir dünyanın heyecanıyla, bu heyecana uygun kişilikler etrafında yeni bir dünya kurar. Bu dünyanın gerçekliklerden kopukluğu umurunda değildir. Zaten sevmediği bir atmosferde yaşamaktadır. Ve zaman zaman başka dünyalara kaçar: kim bilir, ölümü de, belki de artık bu kadar bilmez, nobran, hedonist, dünyaperest, maddeci, çıkarcı, sinsi, yüreksiz, aşksız, kibirli, akılsız, izansız, kaba insanların dünyasından ayrılma dileğinin (duasının) bir kabulüdür.

 

 

 

 

 

Kaynak: Gerçek Hayat Dergisi, Sayı: 335, 23 Mart 2007