Ali Şeriati kuşkusuz bu yüzyılın en tartışmalı isimlerinden biri olmuştur. Kendisi yaşarken dahi İran’da anlaşılamamaktan şikayet etmiş ve dert yanmıştır. 1980’li yılların hemen başında eserleri Türkçeye çevrilmiş ve görüşleri Türkiyeli aydın ve geleneksel Müslüman camiada derin yankılar ve yer yer itirazlar oluşturmuştur. Şeriati’nin İslam irfanı, özgün Kur’an yorumu ve engin doğu ve batı düşünce geleneğini yan yana getirerek oluşturduğu orijinal fikirleri anlayabilmek ve daha önemlisi hazmedebilmek henüz emekleme dönemi yaşayan Türkiye okurları için gerçekten de kolay değildi. Bunun sonucu olarak, çoğu zaman birbirine zıt onlarca Şeriati efsanesi yaratıldı ve Şeriati’nin gerçek çehresi tüm bu efsaneler arasında solmaya ve kaybolmaya yüz tuttu.
Şeriati hakkında kaleme alınmış bir yazı ve Mevlevi dansı yapan bir semazenin resminin yan yana kullanılmasına yapılan bir okuyucu itirazı beni bu yazıyı kaleme almaya yöneltti. Zira tek başına bu örnek bile ülkemizde bugün dahi Şeriati’nin anlaşılmaktan ne denli uzak olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Mevlana İslam dünyasının çok yakından tanıdığını sandığı bir sufi. En çok bilinen eseri olan Mesnevi’nin gerçekte ne kadar okunduğu ve anlaşıldığı ayrı bir tartışma konusu. Ancak Türkiyeli aydınların tüm sahiplenme iddialarına karşın Mevlana’nın İran İslam geleneği tarafından daha bilinçli bir şekilde tanındığı ve eserlerinin İran’da sıradan insanlar tarafından bile okunup tartışıldığı da bir gerçek. Abdulkerim Suruş, Mutahhari, Ali Şeriati ve Seyyid Hüseyin Nasr’ın birkaç kitabıyla hemhal olmuş sıradan bir okuyucu bile Mevlana’nın İran İslam irfanı üzerindeki etkisini ve hakkını kolaylıkla teslim eder. Birkaç yıl önce Konya’da Mevlana konulu bir etkinliğe konuşmacı olarak gelen Seyyid Hüseyin Nasr bazı dinleyicilerin Mevlana ile ilgili eleştirilerini duyunca derin bir şok geçirmişti. Şüphesiz ne kadar büyük olursa olsun her insan eleştirebilir ve görüşleri kısmen ya da tamamen reddedilebilir. Nasr’ı eleştiriler konusunda dehşete düşüren şey Türkiyeli aydınların Mevlana ve fikirleri hakkındaki derin cehaletiydi. Dünyanın en çok okunan eserlerinden biri olan Mesnevi’nin kapağını açmamış bir okuyucu ne kadar da kolay bir şekilde kendinde Mevlana ve felsefesi hakkında atıp tutma hakkını görebiliyordu! Bu Nasr’ın kolayca anlayabileceği bir şey değildi.
Gelelim asıl konumuza, Ali Şeriati, Mevlana hakkında ne düşünüyordu? Şeriati Mevlana’nın görüşlerini benimsiyor muydu? Yoksa onu da Safevi Şia’sının bir göstergesi ve ürünü olarak mı yorumluyordu? Bu noktada sıkı durun, zira söyleyeceklerim Şeriati hakkında yüzeysel bir donanıma sahip olanlar için biraz sarsıcı gelebilir ama neylersiniz ki hakikatin dili her zaman keskindir. Mevlana, Şeriati’yi gençlik döneminde girdiği düşünsel bunalım sonucu intihar etmekten kurtaran kişidir. İnanmayanlar Şeriati’nin ‘Mektuplar’ına veya Puran Şeriati’nin İhtar yayıncılık tarafından yayınlanan ‘Eşim Ali Şeriati’ adlı kitabına bakabilirler.
“Havuzun kenarına gitti. Her şey onun omuzlarındaydı, ilk kez olarak ölüm ve yaşam onun güçlü ellerindeydi. Sonsuz bir zaaflık içindeki güç! Fakat hayır, hayır, aniden babasının sayısız kitaplarının arasından Mesnevi’nin de olduğu aklına geldi. Evet Mevlana’da vardı. Hayatın çile, keder olduğu, vehim, şüphe ve baştan başa ibham ile dolu olduğu doğrudur. Ancak insanın oturup da Mesnevi okumasına değiyor. Ali, henüz onüç – ondört yaşında olduğu bu dönemde Mesnevi’nin sahip olduğu irfan yardımıyla düşünsel ve ruhsal bataklıklardan kendisini koruyabildi.” [Eşim Ali Şeriati, 43]
Ali Şeriati’nin Sorbone’da doktora eğitimi için gittiği Paris'ten Kazım Müttehidin’e yazdığı şu mektuba da göz atmakta fayda var:
“Ah keşke İran’da olsaydım ve geceleri Mesnevi ile geçirmiş olsaydık … Ah keşke buraya gelmeseydim ve özgürlüğün anlamını tatmasaydım ve sadece kitaplar arasında olsaydım. Meşhed’de, o geçmiş asırların sofra kırıntıları bize yeterdi ta ki tümünü ilim adıyla doyasıya yeseydik ve….” [Eşim Ali Şeriati, 75]
Yine eşinden Ali Şeriati’nin Paris'te boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğini öğrenelim:
“Bir başka oturumlardan birisi de genellikle birkaç arkadaşıyla birlikte Cumartesi akşamından başlayan ve bazen Pazar akşamına kadar devam eden Mesnevi Okumalarıydı.” [Eşim Ali Şeriati, 89]
Görüldüğü üzere Mevlana’nın Ali Şeriati’nin gelişimi üzerinde derin bir etkisi var. Şeriati’nin hayatını konu alan hangi kitabı alırsanız alın bu gerçeği kolayca fark edebilirsiniz. Şeriati’nin çalışmalarında Mevlana’ya çok sayıda atıf vardır. Tek başına ‘Biz ve İkbal’ adlı kitabını bile dikkatle incelediğinizde bu gerçek hemencecik ortaya çıkar. Şeriati’nin Muhammed İkbal’i Müslümanlar için modern bir örnek düşünür olarak tanıttığı bu eserde İkbal ile Mevlana arasında kurduğu bağlar gerçekten de ilginçtir. İkbal’in birçok Müslüman aydın tarafından bu yüzyılda yaşayan modern bir Mevlana olarak kabul edildiğini de ayrıca hesaba katmak lazım.
Ali Şeriati’nin Mevlana’ya duyduğu hayranlık, onun Mevlana’nın tüm görüşlerini benimsediği anlamına gelmez. Şu var ki, ‘Ali Şiası ve Safevi Şiası’ adlı eserinde de görüldüğü gibi Şeriati asla tasavvufun özüne karşı değildi. O ısrarla bu özün değiştirildiğinden bahsediyor ve bizleri bu özü bulmaya çağırıyordu. Bir insanı tümden kabul etmek veya reddetmek Şeriati’nin Kur’an’dan aldığı, kriterlerine asla uymazdı. Ne var ki, Mevlana Şeriati’yi Şeriati yapan unsurların başında bir yere sahiptir. Hem dostları hem de düşmanları tarafından anlaşılamamaktan muzdarip, İslam mektebinde yetişmiş bu düşünürü yargılamaktan önce anlamaya çalışma gayretimiz muhakkak ki, kendi kevirimizi dönüştürebilmemiz adına da son derece büyük bir öneme haizdir.