İslam dünyasının yaşadığı sorunlar, İslami düşüncenin yeniden tashih edilmesi, şiddetin reddi, değişim, diyalog ve uzlaşma kavramları üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan Suriyeli düşünür Cevdet Sait, bugünün toplumlarına ‘manifesto’ niteliğindeki görüşler sunuyor: “Herhangi bir ülke demokrasiye karşı ise İslam’a da karşıdır.”
İslam’ın temeli olarak ‘adalet’i gösteren ve bunun asla vazgeçilemeyecek bir ilke olduğunu belirten Sait, Müslüman toplumlarının bunun çok uzağında olduğu eleştirisini getiriyor. Doğduğu yer olan Suriye’nin Golan bölgesindeki Bi’ri Acem köyünde yaşayan Sait, 50 yıldır devam ettiği dersler ve konferanslarını hâlâ sürdürüyor. Şam’da kızının evinde görüştüğümüz Cevdet Sait’le İslam, demokrasi, İslam toplumları ve Türkiye’yi konuştuk:
İslam dünyası ile birlikte Türkiye’de de tanınan ve sevilen bir insansınız. Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben sadece Müslümanların problemleriyle ilgilendim ve bu problemleri nasıl kavradıysam öyle yazdım. Bunu Müslümanlara bir yardım olsun ve şu anki yaşadığımız dünyadaki konum ve statüleri iyi bir şekilde anlamaları için yaptım. Bazı Türk arkadaşlar kitaplarımı yayınlamak isteği gösterdiler, ben de buna çok sevindim. Tabii ki, Türkiye’deki durumlar bizi yakından ilgilendirmektedir. Çünkü; Türkiye Müslüman ülkeler arasında ilim, teknoloji ve demokrasi dallarında bir öncelik ve üstünlük sağlamıştır.
Dünya hızlı bir şekilde değişiyor, İslam dünyası da değişiyor. Şu anda İslam dünyasının bulunduğu noktayı nasıl görüyorsunuz?
Allah; İslam, Kur’an ve peygamberleri yoluyla adaleti ve doğruluğu emretmektedir. Peygamberlerin gönderilme sebebi insanlar arasında adaleti ve doğruluğu düzenlemek ve ikame etmektir. Ne yazık ki, Müslüman ülkeler bunu kaybetmiştir. İslam’da Hulefa-i Raşidin devrinde gerçek adalet uygulanmıştır. Müslümanların, gerçek adaletin kaynağını bilmek için bu dört halifenin yaklaşık 30 yıllık süreçte uyguladıkları adaleti kusursuz bir şekilde kavramaları lazım.
Adalet İslam’ın en temel ilkesidir, diyorsunuz, peki bu ilkeyi Müslüman ülkeler uygulayabiliyor mu?
Şu anki İslam dünyasında adalet yoktur. Mesela Suudi Arabistan kralı hep kuvvet ile hükmetmiştir, onların gücü kanundan daha üstün bir güçtür. Hz. Peygamber buyuruyor ki; “Sizden önceki toplumları helak eden şey, onlardan ileri gelen bir kişi hırsızlık yaptığında onu bırakırlardı, şayet zayıf ve güçsüz biri hırsızlık yaparsa ona hak ettiği cezayı uygularlardı.” Bugün biz bu çağı yaşıyoruz, insanlar arasında uygulanan bir adalet yoktur, hüküm mirasmış gibi kraliyetler ve hatta bazı cumhuriyetler bunu uygulamaktadır. Allah peygamberleri adalet ile göndermiştir, Allah, Kur’an’da şöyle buyurmuştur: “Dinde zorlama yoktur.” Bu ayet kendi başına bir felsefedir. İnsanoğlu öyle yaratılmıştır ki; ona zorlama etki etmez. Çünkü insanın kalbi sadece onu yaradan Allah’ındır.
Batı ülkelerinin adalet konusundaki yerini nerede görüyorsunuz, onlar gerçek noktada bir adalet uygulaması içindeler mi?
Bugün, Avrupa ülkeleri birleşmeye başladı, kuvvet ve kabalık ile değil ancak. Görüyoruz ki; bu ülkelerin komşuları “Bizi de bu birliğe alın.” diye haykırıyorlar. İşte gerçeği ve doğruyu belirten fetih budur. Biz büyük bir hurafe içinde yaşıyoruz, kusursuz fethi bilmek için AB’ye bakıp ondan öğrenmemiz lazım. Onlar güçlü orduları gönderip komşu ülkeleri zorla ve dayatma içinde kendilerine katmadılar. Güç hiçbir işe yaramaz, atom bombası hiçbir işe yaramaz. O sadece insanların yonttuğu bir put gibidir. Eskiden insanlar kendi elleri ile taştan, demirden put yontup onlara taparlardı. Atom bombası da insanları köleleştirmek amacındadır, ama bütün bunlara rağmen galip gelecek tek şey vardır, o da akıldır.
Bu noktada, Türkiye’yi hangi kategoride değerlendiriyorsunuz? Türkiye demokrasi konusunda mesafe kat etmiş görünüyor mu dışarıdan?
Türkiye demokrasiyi öğrenmiş bulunmaktadır. Amerika, Irak’a girmek istediği zaman Irak’a Türkiye’nin üzerinden girmek istedi, Türkiye’den bunu istedikleri zaman Türk hükümeti, “Bunu halkımıza soracağız, çünkü onlar bizi seçti. Onlar kabul ederlerse girmenize izin vereceğiz.” demişti. Bu olaya çok sevindim, böyle bir olay İslam dünyasında yeni bir davranıştır. Hz. Ali vefat ettikten sonra yeni bir dönem başladı, demokrasi kayboldu. Demokrasi ile hükmetmek ilk kez Türkiye’de canlanmaya başlamıştır. Bu çok iyi bir göstergedir. Allah onları bu davranışlarında sabit kılsın.
Peki, tüm bu değerlendirmeleriniz çerçevesinde, demokrasi-İslam bağlamı nedir, İslam demokrasiye nasıl bakıyor?
Herhangi bir ülke demokrasiye karşı ise o İslam’a karşıdır. İnsan aklı artık adalete ulaşmıştır. Avrupa’da demokrasiyi kiliseler veya din adamları gerçekleştirmedi, demokrasiyi halk gerçekleştirdi. Dünya adalete çok muhtaçtır. Ne namazın ne orucun ne de haccın adalet olmasa bir önemi vardır. Teknolojiyi elde etmek zordur; ama ondan daha zoru demokrasiyi elde etmektir. Kim ki demokrasi ile hükmederse o kimse hiç kimseden korkmaz ama demokrasiye karşı gelen kimse hem düşmanından hem de halkından korkar. Allah diyor ki: “Dinde zorlama yoktur.” Bunun anlamı Allah kendi hak dinine inanmayı bile bir zorunluluk kılmamıştır, işte gerçek demokrasi budur.
Demokrasinin İslam’ın en temel değerlerinden biri olduğunu söylüyorsunuz, peki demokrasinin en büyük gücü nedir?
Halk çok büyük bir güçtür, halk Amerika’yı da hatta emperyalistleri de yok edebilir. Bunun en açık örneği de Somali’de olanlar. Lübnan’da da buna benzer olay yaşandı. Hizbullah’ın halk desteği ile İsrail’le nasıl başa çıktığını bilmeyen kimse yoktur. Yaşadığımız asırda iki büyük devrim yaşanmıştır, birincisi ilim devrimi; 500 yıl öncesine kadar dünyanın sabit olduğuna inanan kişiler vardı, ikincisi de toplum devrimidir. Eskiden toplumlar, halklar, zayıf ve düşüncesi sorulmayan varlıklardı. İslam toplumları demokrasi gelirse din yıkılır korkusuna kapılıyorlar, hâlbuki din demokrasinin ta kendisidir.
Gelişme açısından İslam ülkeleri yeterli ivmeyi gösterebiliyor mu peki?
Bu önemli değildir, gelişme ve teknoloji hiç kimseye mahsus değildir, bundan daha önemlisi akide ve inançtır. Bizim ülkelerimizde gençler öğreniyorlar, ama hizmetlerini Batı’da sunuyorlar. Bunun nedeni de bizim buna önem vermememizdir. Atom bombası ölü bir şekilde yaratılmıştır, onun hiçbir gücü yoktur. İnsan aklı ile güçlüdür, silahı ile değil. Bunun en büyük örneği Kosova’nın istiklali bu güçle olmadı, akıl ile oldu. Artık savaşlar ve dövüşmeler geride kaldı, sadece cahiller dövüşür.
11 Eylül ile başlayan süreç Müslümanların hayatını daha da zorlaştırdı. Hep kendilerini savunmak zorunda kaldılar. Bu savunma psikolojisinden kurtulmak mümkün müdür?
11 Eylül olayı saçma bir olaydır, Müslümanlar çevrelerinde neler olduğunu kavrayamıyorlar. Usame bin Ladin’in prensibi İslam değildir, onun prensibi BM’nin insan hakları kanunlarıdır. Bu anayasalar da emperyalistleri bütün vasıtalar ile öldürülmelerini hak ve doğru buluyor. Bin Ladin bu düşünceyle ABD ile savaşıyor, İslam’la değil. Eğer ki İslam ile savaşsaydı şunu demesi gerekirdi: “Bizden bin kişi öldürseniz bile kendimizi savunmayız.”
İslam coğrafyasının sorunlu bölgelerinde örneğin Filistin’de demokrasinin işlemediğini gördük. Bu da gerçekleşmeyince insanlar canlı bomba olarak vücutlarını ortaya koyuyorlar. Üçüncü bir yol yok mu?
Bu çok yanlıştır, canlı bomba olmak yanlıştır. Kaba kuvvet hiçbir işe yaramaz. Üçüncü bir yola da gerek yoktur. Demokrasinin herkese yararı dokunur. Demokrasi BM’ye ulaştığı zaman dünyaya sükûnet ve huzur hâkim olacaktır.
İslamcılık bir döneme, 70’li 80’li yıllara damgasını vuran bir gelişmeydi. 90’lı yıllardan sonra zamanla azaldı, şimdi de göremiyoruz. Ne oldu İslamcılık akımına?
İslam hâlâ güçlüdür, gücünü kaybetmedi, ama Müslümanlar akıllarını çalıştırmayı bilmiyorlar. Biz topluma liderlik, önderlik yapmayı bilmiyoruz. İslam konvansiyonel olarak hiç azalmamıştır, ama demokrasiye inanç olayında gerileme vardır.
Sizi diyalog konusundaki görüşlerinizden tanıyoruz, bunu savunuyorsunuz. Ancak Müslümanlar diyaloğa diğer dinlerden ve toplumlardan daha açık oldukları halde yine Müslümanlardan diyalog bekleniyor...
Sadece Müslümanlardan beklenilmemesi lazım elbette. Herkesin üzerine düşeni yapması lazım.
Türkiye’ye geldiniz mi hiç?
Hayır, Türkiye’ye hiç gitmedim.
Peki gelmek ister misiniz?
Gelmek isterdim elbette; ancak yaşlandığımdan dolayı Türkiye’yi ziyaret edebileceğimi pek zannetmiyorum.
Türkiye’deki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz, AKP hükümetini nasıl buluyorsunuz, doğru yönde mi ilerliyor?
Türkiye’nin mevcut gelişmeleri, Arapça bir kanal kurup oradan dünyaya anlatmasını öneriyorum. Eğer AKP partisinde bazı eksikler varsa onu tamamlamaları gerekir. Adalet Allah’ın dinidir, Türklerin bu adalete sıkıca sarılmaları lazım, bazı alimler şöyle demektedirler: “Nerede adalet varsa Allah’ın dini oradadır”. Türkiye’deki şu anki hükümetten memnunum, adaleti yayma yolunda gittiklerine inanıyorum ve başaracaklarını hissediyorum. Çünkü AKP halka hizmet ediyor, buna devam etsinler.
Hâlâ derslerinize devam ediyor musunuz?
Devlet üniversitelerinde ders vermem 40 yıl önce yasaklandı. Bundan sonra özel dersler ve konferanslar vermeye başladım. Şimdi ayda bir düzenlenen seansta özel dersler veriyorum, ayrıca camide de haftalık dersler var.
Kaç talebeniz oldu 50 yıl içinde?
Bunu saymak mümkün değildir; çünkü benim dünyanın dört bir yanından talebelerim vardır. Yani, sadece Suriye’den değil, Kenya, Fas ve Cezayir’den de talebelerim oldu.
Bu süreçte pek çok esere de imza attınız. Şu anda üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?
Şu an bir kitap yazmayı düşünüyorum, çocuklara tecvit öğretme kitabı olabilir bu.
Kaynak: Zaman Pazar, 23 Mart 2008, Sayı: 69