Londra’nın ikinci sınıf otellerinin birinde, mütevazi bir odada, orta yaşı biraz geçkin bir adam yüzü koyun yere kapanmış; kıpırtısız öylece yatıyor… Oysa onun bu hâli, yaşam serüveni ile ne kadar da tezatlık oluşturuyor. Konuşan, koşuşturan, her an bir yerlere geç kalacakmış, hayatının son konuşmasını yapıyormuş gibi aceleyle bir şeyler anlatan, âdeta “kelimelerden heykeller yapan” bu cevvâl, bu serâzat zekâ, işte şimdi sâkin ve dingin öylece yatmakta... Eğildiğine, irâde zâfiyeti gösterdiğine, kötülük karşısında umutsuzluğa düçâr olduğuna kimsenin tanık olmadığı bu yiğit aydının damarlarında zehirler dolaşıyor. Ülkesinin gizli servisi “müjdeli haberi” vermek için ulakları çoktan yola çıkarmış bile… Bir muhaliften, hem de milyonları etkileyen; onlarda imanın, tevhidin, aşkın, felsefenin, şiirin ve eleştirel düşüncenin kıvılcımını tutuşturan “iflah olmaz bir devrimciden” kurtulmanın haberini taşıyor ulaklar… Şeriati’nin “bin yaşadığını, binlerde yaşadığını” bilmeden…
Biyografisi:
13 Kasım 1933 İran’ın Meşhed şehrine bağlı Mezinan köyü… Şehrin dağdağasından, kalabalıkların uğultusundan hoşlanmayan Muhammed Taki Şeriati’nin evinde, aileye yeni katılan bebekten dolayı yaşanan telaş ve sevinç… Küçük yaşlardan itibaren alınan eğitim ve Kur’an hafızlığı. Babasının kütüphanesi ve düşünce dünyasıyla ilk tanışma… Kitapların arasında geçen çocukluk yılları… Onuru, insan olmanın yüceliğini, erdemi, ahlakî meziyetleri ve ruh asâletini âlim bir babadan öğrendiği uzun Meşhed geceleri… Gerçek âlem kadar ürkütücü ve acımasız olmayan kitaplar âlemine yapılan yolculuklar… Meşhed Üniversitesi edebiyat fakültesine kayıt ve Ayetullah Telagani öncülüğünde girişilen siyasi mücadele. Genç yaşta karşılaşılan tutuklanma ve muhalif olmanın ağır bedelini kavrayış… Öğretmenlik yılları ve küçük çocuklara verilen dersler: “Bir varmış, bir yokmuş; Allah’tan başka kimse yokmuş…”
Fransa’ya sosyoloji eğitimi amacıyla gidiş. Dönemin ünlü “Sosyolog” ve “Şarkiyatçılarından” alınan dersler… Cezayir’in bağımsızlığı için kalem ve kelam aracılığıyla yürütülen çalışmalar. Ülkeye dönüş ve üniversitede öğretim üyeliği… Hüseyniye-i İrşad’da verilen uzun dersler… Gözaltılar, tutuklanmalar, takipler altında sürdürülen irşad mücadelesi... Gizlenerek, sığınarak, saklanarak sürdürülen hayatın çemberinden kurtulma isteği… Fransa’ya, ardından İngiltere’ye gidiş… Yıl, 1977: İran gizli servisi tarafından gerçekleştirilen zehirli süikast ve şahadet…
Kategorize Edilemeyen Bir Aydın:
Ali Şeriati’nin eserlerinden istifade edenler şu tespiti yapmakta güçlük çekmezler: Şeriati’yi kategorize etmek, bir mektebe veya ekole hasretmek oldukça zordur. Evet, Şeriati’nin, sabiteleri vardır. O, kendine özgü bir “bilgi sistematiği” ve “referans önceliği” geliştirmiştir; fakat Şeriati, birçok eserinde farklı çehrelerle karşımıza çıkar. Bunun içindir ki hem yaşadığı kültür havzasında hem de diğer ülkelerde çeşitli itham, isnat ve yakıştırmalara maruz kalmıştır.
O, kimine göre diyalektik materyalizmin tarih felsefesini, dinler tarihine uyarlamış bir sentezci; kimine göre Eyl-i Beyt ekolünün propagandisti, kimine göre Sünni tezlerin etkisinde kalmış ve zihinsel karmaşa yaşayan bir sosyolog, kimine göre ise Doğu hikmetini unutan ve benimsediği metodik düşüncenin açmazlarıyla boğuşan bir aydındır. İthamlar bitmez: Kendi ülkesini Oryantalist bir bakış açısıyla değerlendirdiği; İslam’ın biçimsel unsurlarını ve geçmişten tevarüs eden yaşama biçimlerini aşağıladığı, geleneksel ulemanın saygınlığını ve toplumdaki otoritesini zedeleyecek fikirler ileri sürdüğü, anarşist bir özgürlükçü olduğu; kutsalları az, öfkesi fazla bir muhalif olduğu; Kuranî ilimlere yeterince vakıf olmadığı; sezgiyi önemsemeyerek kuru akılcılığın sarp yokuşlarına tırmandığı… Ve daha bir yığın itham…
Şeriati’yi eleştirenler; dünya görüşleri, mezhepleri, meşrepleri ve siyasi tercihleri itibariyle birbirinden farklı da olsa ortak bir tutumlarının olduğunu söylemek mümkün: O da bir aydının, âlimin veya mücadele adamının düşüncelerinde dönüşümler olabileceği gerçeğini göz ardı etmeleridir. Herkes gibi düşünce adamlarının da yaşamlarında med-cezirler ve farklılıklar söz konusu olabilmektedir.
Maksadımızı aşmadan söylemek isteriz ki “köşeli, düz ve donuk” yaklaşımlarla Ali Şeriati’yi anlamak zordur. Çünkü üreten ve düşünen insanlardaki “bilgi arayışı” nihayete hiçbir zaman ermeyecek bir “devingenliği” de beraberinde getirir. Hayatın kendisi bile statik özellikler göstermezken, hayatı anlamak için üretilen bilginin ve o bilgiyi üretenlerin statikleşmesi beklenemez.
İkinci bir husus, düşünce adamlarının hakikat arayışları esnasında zaman zaman birbiriyle çelişen yaklaşımlar geliştirebileceği realitesidir. Adalete, ahlaka ve özgürlüğe âşık olanlar bazen her ışıltıya koşmak her umuda sarılmak arzusu taşırlar. Bu durum yer yer hataların oluşmasını da kaçınılmaz hale getirir. Hadd-i zâtında vahiy kontrolündeki şahıslar dışındaki bütün herkesin “yanılgı payına” sahip olması da olağandır.
Şeriati ve Yeni İslami Kuşak:
Ali Şeriati üzerine çok sayıda yazı kaleme alınmış, şahsiyetini ve düşüncelerini konu edinen devâsa bir arşiv oluşmuştur. Bizler bu bölümde Şeriati’nin yeni İslami kuşak üzerindeki etkisine değinmeye çalışacağız.
İran İslam Devrimi’nin dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi yaşadığımız coğrafya üzerinde de büyük bir heyecan dalgası oluşturduğu ve bu dalganın uzunca bir süre etkisini koruduğu herkesin mâlumudur. İhvan ekolü ve İran devriminin öncü şahsiyetlerine ait eserlerin tercüme edilmesi, yeni düşüncelerin ve projelerin oluşmasına ve gelişmesine imkân sağlamıştır.
Yeni kuşağın Ali Şeriati’yle tanışmasının ise özel etkileri ve yansımaları olmuştur. Uzunca bir süredir Batı menşeli düşüncelere karşı adeta zihinsel duvarlar örmüş olan Müslümanların, Batı’nın farklı çehreleri ile tanışmalarının Ali Şeriati’nin kitapları üzerinden gerçekleştiği söylenebilir. Öyle ki batı toplumlarının kültürel mirası yeniden keşfedilmiştir. Şeriati’nin eserleriyle birlikte Batı düşüncesinin yekpare bir bütün oluşturmadığı, pozitivist ve kutsalı dışlayan batı felsefesine eleştirel yaklaşan batılı aydınların da olduğu anlaşılmıştır.
O zamana kadar Batı medeniyeti karşısında savunmacı bir refleksle hareket edenler; bilginin “insanlığın ortak mirası” olduğu, yalnızca bir medeniyetin ürünü olmadığı, Batı toplumu içerisinde de yararlanılabilecek düşünürlerin yetiştiğinin ayrımına varmışlardır. Zihinlerini batıda üretilen bilgiye bütünüyle kapatmış ve kendi içine kıvrılmış olanlar, “Hikmet, müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır.” Hadisine uygun olarak, Batıyı ve batılı fikir akımlarını birincil kaynaklardan tanımaya başlamışlardır.
Çünkü Şeriati’ye göre bir medeniyeti tanımak, onun zaaflarını da güçlü olduğu yönlerini de tanımak anlamına geliyordu. Tanımak aynı zamanda o medeniyetin toplumsal hafızasını ve bu hafızadaki dönüşümleri de bilmek; o uygarlığın korkularının, açmazlarının, çelişkilerinin, arayışlarının ayırdında olmak demekti. Şeriati en çok bunu gösterdi. Düşmanını tanımayı, sorgulamayı, eğer varsa yararlanılabilecek özellikleri ondan beslenmeyi öğretti yeni kuşağa. Sartre, Heideger, Tagor, Marx, Proudhon, Hobbes, Locke, Montesqu, Frantz Fanon, Massignon başta olmak üzere Batı düşüncesinin önemli isimlerini ve eserlerini gündeme taşıdı.
Yeni kuşak, sıra dışı bir aydınla karşı karşıyaydı. Şeriati anlatıyordu: İnsanın yaratılış serüveninden, Habil ve Kabil’den beri devam eden sınıf mücadelesinden, Promete’den, zalimlere baş kaldıran Spartaküs’ten, kıyamıyla yeni bir çığır açmış olan İmam Hüseyin’den, Gandi’nin pasif direnişinden, Fransız düşünürlerin ihtilalci fikirlerinden, Upanişadlardan, Avesta’dan, Antik Yunan medeniyetinden, Asr-ı Saâdet’ten, bütün kutsal metinlerden, pagan toplumların simgelerinden, Hz. Muhammed’in zamanlar üstü mesajından…. söz ediyordu. O konuştukça zihinler sarsılıyor; bilinenler sorgulanıyor, ezberler bozuluyor, kafa konforları değişiyordu. Taşkın bir üslupla konuşuyordu Şeriati. Kötülükle hesaplaşma arzusuyla yanıp tutuşan birinin, çığlığı andıran kelimeleriyle konuşuyordu… O’nun üslubu bazen bir tufana dönüşüyor; tarih boyunca ortaya çıkmış bütün kötülük odaklarını sözün ahengi ve anlamın gücünde boğuyordu.
Hüseyniye-i İrşadın mazbut salonu “kaygısı, saygısına baskın” olan bir aydının sesiyle çınlıyordu. Hüseyniye-i İrşad düşünsel bir arenaya dönüşüyor, tarih boyunca insan yığınlarını tutsak eden zehirli düşüncelerle kıyasıya bir mücadele başlıyordu.
Kâbil’in ihtirasını, Hâbil’in sadakatini anlatıyordu. Zer-zor-tezvir üzerine kurulmuş saltanatlardan ve onları vahyin billur mesajıyla alaşağı eden nebilerden söz ediyordu. Diriltici bir mesaj olan dinin; nasıl ruhsuzlaştırıldığını, iktidarları meşrulaştıran kof ritüellere nasıl dönüştürüldüğünü haykırıyordu. Zorbaların ilk kurbanı olan adaleti, güce hizmet eden bilgiyi, bulanıklaşan akideyi, kapitalistleşen sermayeyi, mistisizme dönüşen irfanı, tekrarcılığa indirgenen eğitimi anlatıyordu. Söylediği her söz, alevden bir mızrak olup uyuşmuş zihinlere saplanıyordu.
Ali Şeriati anlattıkça dış dünyaya karşı duyulan ürküntü azalıyor; okuyanlara özgüven geliyordu. Evet, Şeriati güvenini yitirmiş, aşağılık kompleksine kapılmış insanlara, dünyaya ve tarihe yücelerden bakma perspektifi kazandırıyordu. O, Batı karşısında nutku tutulan “üçüncü dünya ülkesi aydını” psikolojisiyle değil, tarihle yaşıt olan büyük bir medeniyetin; yani tevhit ve adalet eksenli İslam medeniyetinin mensubu olmanın bilinciyle konuşuyordu. Yeni kuşağa, bambaşka düşünce iklimlerinin kapılarını aralıyordu.
Şeriati’nin sembolik, çok katmanlı ve mecazlarla yüklü bir dili vardır. Onun bu üslubu, okuyucularına daha esnek ve üretken düşünme alışkanlığı kazandırmıştır. Öyleki; “Şeriati’yi okuyanlar ile okumayanlar arasında her zaman niteliksel bir farkın olduğu” tespiti oldukça yerindedir.
Son Söz:
Bizler Ali Şeriati’yi ve eserlerini sevdik. Belki “ayıklayıcı bir zihinle” ve hakkını vererek okumadık; aşırı politize olmuş bir düşünce ikliminde, yanlış zamanda okuduk; ama yine de severek okuduk. İri sözler söylemenin, beylik ifadeler kullanmanın ve her şeye karşı olmanın muhalif olmak sanıldığı günlerde okuduk Şeriati’yi; sevgilerimizin de öfkelerimizin de kontrolsüz olduğu yıllarda okuduk… Fakat yine de çok şey kattı bizlere. Çoğalttı, güven verdi ve geliştirdi…
Aziz Şehidimiz Doktor Ali Şeriati’ye Allah’tan rahmet diliyoruz. Ruhu şâd olsun…
Kaynak: www.fitrat.com