Geçenlerde bir arkadaşla tartışırken bana “sen İslam’ı idealize ediyorsun böyle bir İslam yok” dedi. Dedim ki var ama piyasada yok. İşte tam o an aklıma rahmetli Şehid Doktor Ali Şeriati’nin dine karşı din konferansı geldi. O an arkadaşa bir şey diyemedim çünkü haklıydı çünkü suçlu bizdik, çünkü biz hep yanlış dini anlattık ve sonuçta yanlış din doğru din oldu doğru din de ‘idealize din’ oldu. Düşündüm ki şöyle inkilabi İslamla muhafazakar İslam arasındaki farkları bir tespit etsem nasıl olur hadi daha özele inelim: devrimci müslümanın muhafazakar müslümandan farkı nedir? Uzun süren fikri mütaala ve mülahazalardan sonra aşağıdaki satırları tespit ettim:
Bir kere devrimci müslüman devrimi düşler. Doktor’un deyimiyle bu dünyası olmayan dinin öteki dünyası da yoktur. o yüzden yine doktorun deyimiyle her ay muharremdir her gün aşuredir ve her yerde kerbeladır devrimci müslüman için. Muhafazakar müslüman ise her şeyi ahirete erteleme taraftarıdır. Ne yaparsanız yapın henüz çok erkendir ve sabretmek gerekmektedir. Allah bu dünyayı onlara öteki dünyayı bize vermiştir diye düşünür tıpkı ortaçağın köhne kafalı Hristiyanları gibi. Dolayısıyla panik yapmaya gerek yoktur, önemli olan imanı kurtarmak, gerisi fasa fisodur. muhafazakar müslüman için doktorun dediği gibi bugün peşin yarın veresiyedir. Anlayacağınız her gün peşindir, başlamak için hep erkendir. Ne zaman hadi deseniz size tabelayı gösterir ve görmüyor musun bugün peşin yarın veresiye der ve bu hep böyle gider. Sonuçta hep ertelerler ve sonrada kader derler. Demem o ki ‘neo-cebriyecidir’ muhafazakar. Biz yeniliğe karşı değiliz, peygamber deveye biniyordu biz jipe derler. İctihattan anladıkları bu kadardır. Muhafazakar gider yerine ‘neo-muhafazakar’ gelir anlayacağınız. Ve tabi bu da hep öyle gider.
İkinci olarak devrimci müslüman sosyal adalet ister. Tıpkı Ebuzer gibi, bir toplumda aç olup da o topluma kılıç çekmeyene şaşarım diye haykırır. İhtiyacının fazlasını verir[1], sevdiklerinden vermedikçe iyiliğe ermiş olmayacağını da bilir[2] ve yine bilir ki zekatını versen de vermesen de İslam’da parayı stoklamak haramdır çünkü Allah Tevbe Suresi 34 ve 35. ayetlerinde demiştir ki:
“Ey iman edenler! Şu haham ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yiyor hem de onları Allah yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları elim bir azapla müjdele. o gün biriktirip yığdıkları cehennem ateşinde kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ”işte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım denecek.”
Çok açıktır ki bu ayet zekat hatta daha fazlasını verseler de parayı biriktirenleri bir azapla müjdelemektedir[3]. Çünkü peygamber malda zekattan başka da hak vardır[4] demiştir, çünkü peygamber kimin fazla bir bineği varsa onu olmayana versin kimin fazla bir evi varsa onu olmayana versin demiştir ve yine peygamber ki şu dağ kadar altınım olsa onu infak edip kabul edilmesini isterim ve geride altı okkasını bile bırakmak istemem[5] demiştir. Yine o peygamber ki ağalığı yasaklamış[6], toprağın sahibi onu işleyendir demiş; hem sonra Ali ve Ebu Bekir ki herkese eşit maaş vermiş[7]; Allah ki mal aranızda sadece zenginlerde bulunan bir servet haline gelmesin demiş[8], Ömer ki her doğan çocuğu maaşa bağlamış[9], bazı fakihler ki kârın yarısı işçinindir demiş ve yine bazı fakihler ki 27 dinardan fazla biriktirmek haramdır demişlerdir[10]
Tabii muhafazakar müslüman bütün bunları pek kale olmaz çünkü ne de olsa bunların tam tersini söyleyen kabil ruhlu fakihler, alimler sözde sahabeler çıkmıştır. Ali’nin dediği gibi onlara Kur’an’dan bir şey getirmeyin çünkü onlar da başka bir şey getirirler; nitekim muhafazakar müslümanın çoğu -Allah dilediğine bol verir dilediğine az- ayetini rahat ortopedik yatağında geceleri sayıklarken görebilirsiniz halbuki ayetin devamını okusalar “başkası için ne harcarsanız yerini başka bir rızıkla doldurur”[34/39] kısmını da okuyacaklar ve Allahın kastının “vermezseniz ben alırım çünkü zaten rızkı ben veriyorum ve verdiğimi harcamanızı istiyorum” demek olduğunu anlarlar. Yine bu konuda Seyyid Kutup İslam-Kapitalizm çatışması adlı eserinde kimileri İslam’ı anlamada düşünce kargaşalığına düşerek: “bazılarınızı bazılarınızdan üstün kıldık ayetini” ayetini, İslam’da sınıflar teşkilinin mevcudiyetine delil sayarlar. Yalnız bizim toplumumuz gibi hasta bir toplumda böyle bir anlayışa imkan vardır.
Gerçekte ise buradaki yükseklik sınıfsal yükseklik değil, kişiseldir. Yani burada bir tabakanın doğuştan ötekilere üstünlüğü söz konusu edilemez. Muhakkak ki ferdi kabiliyet, sahibine özel bir yer verecektir.
Halbuki doğuştan gelen üstünlük ferde, hayatında hak edemeyeceği kazanamayacağı bir mevkiyi reva görebilir. İşte bu fark kast sistemiyle İslam’ın anlayışı arasındaki ihmal edilmeyecek temel ayrılıktır. çünkü bu ayrılık zümreler saltanatını yıkarak fertler arasında yetenek üstünlüğüne göre bir derecelenme kuracaktır.
Hem sonra devrimci isyankardır. İyiliği emreder kötülükten alıkoyar. Yönetim bunu yapmıyorsa yönetime el koyar. Muhafazakar ise tam tersini düşünür. Gerçekten de Malik “adil olmayan bir idareciyi altmış yıl tanımak, onun halkını bir saatlik bile başkansız bırakmaktan daha evladır.” hadisini naklediyordu. Hanbel ise “sultan yeryüzünde Allahın gölgesidir” hadisini söylüyordu. Bu hadislerin sahihliğini tartışmadan önce Kur’an ne söylüyor diye baktığımızda İnatçı her zorbanın emrine uyan Ad kavminin sonu böyle oldu[11/59] dediğini veyahut aynı surenin 97. ayetinde Firavun’un yönetiminin sağduyuya dayanmamasına rağmen ona uyan soylu takımını eleştirdiğini görüyoruz. Sanırım tartışmaya gerek kalmadı.
Hem sonra devrimci müslüman siyasi olarak ne kadar radikalse yaşantı olarak bir o kadar ‘medenidir -modern değil-[11]. İçtihad kapısı diye bir kapı yoktur ki onun için kapansın. Kur’an yaratıldı mı yaratılmadı mı, nesih var mı yok mu, recm var mı yok mu gibi şeylerle uğraşmaz. Şekilci değildir devrimci müslüman, bilir ki takva elbisesi daha hâyırlıdır[12]. Şeriatı detaylarla öldürmez. O yaşayan İslama inanır[13] ve yaşayan kuranı okur[14]. Bilir ki bir nehir tersine değil de denize doğru aktığı zaman kaynağına sadık kalır ve yine bilir ki atalara sadık kalmak ataların ocağından külü değil de ateşi taşımaktır[15]. Muhafazakar müslüman ise kaynağa dönmek ister. Gerçi akıntının tersine gitmek zordur ama, ne de olsa ne kadar işkence çekerse o kadar sevaba girdiğini zanneder. Öyle ya sürekli şeytan ile cebelleştiğini sanır. Aslında tek cebelleştiği psikoz haline getirdiği dini ve nevroz haline getirdiği kendisidir; ama olsun sevap kazanmaktadır kendisi. Koşa koşa cemaate yetişir, her şey yirmi yedi kat bonus sevap içindir. Namazda ne okuduğunun bir önemi yoktur. Hem anlamını öğrenmesi de caiz değildir. Kim bilir yanlış meal verip dinden çıkabilir. Meal okumaz muhafazakar çünkü mealler yetersizdir; tefsir okumaz çünkü tefsir çok uzundur. Hem sonra peygamber aklı ile tefsir edenin eli ateştedir dememiş miydi.
Allahı sevmez muhafazakar, daha doğrusu sevemez çünkü sadece korkar O’ndan. Takva onun için Allah’tan korkmaktır sadece. Devrimci müslüman ise namazda ne kıldığını bilir. Tam bir sığınma duygusu içinde yürekten Allaha yönelip yani huşu duyarak namaz kılar çünkü böyle yapmazsa namaz ona ağır gelecektir[16] ve yine bilir ki “dikkat edin, düşünmeden okunan Kur’anda hayır yoktur; yine dikkat edin anlamadan kılınan namazda da bir hayır yoktur” demiştir Ali. Devrimci müslüman Kur’anı namazda tertil ile yani tane tane okur çünkü Allah öyle istemektedir[17]. Takva onun için Allaha karşı sorumluluk bilinci duyma, İhsan Eliaçık’ın deyimi ile Allah bilinci ile yaşama ve Muhammed Esed’in deyimiyle de Allah’ın her yerde ve her zaman hazır olduğunun farkında olup ve bu fakında oluşun ışığı altında kendi varlığını biçimlendirme arzusudur. Devrimci meal de okur tefsir de ve Kur’an’ın Ebu Leheb’in iki eli kurusun derken kahrolsun Ebu Leheb’in iktidarı demek istediğini bilir.
Hem sonra muhafazakar müslüman sağcıdır, gelenekçidir, yobazdır, abdestli kapitalisttir, pragmatisttir ve Kalvinist müslümandır. Peygamberi misvak kullanmada örnek alır ama onun hasırda yatıp arpa ekmeği ile beslendiğini, Rodinson’un deyimi ile eli kılıçlı bir peygamber olduğunu es geçer. Devrimci ise belki misvak kullanmaz ama silah kullanmasını iyi bilir. Peygamberi şeklen değil, ruhen taklit etmek ister. Diyalektiğe inanır çünkü.
Hem sonra muhafazakar tedbircidir, devletini çok sever, 12 eylül çocuğudur Türk-İslamına inanır ve kulak kıvamı kadar da Atatürkçüdür, bütün derdi İnönü’yledir onun. Muhafazakar müslüman ‘baby-boomer’dır;[18] hiç ölmeyecekmiş gibi çalışır, her an ölecekmiş gibi ibadet etmez ama. Anlayacağınız dünyacıdır her ne kadar ahiretten bir hayli bahsetse de.
Devrimci ise üçüncü dünyacıdır, antiemperyalisttir, inançlıdır, toplumcu/ümmetçi bir düzenin ancak ‘inanmış’ insanlarla kurulacağına inanır ve de mücadelecidir. Muhafazakar ise rejim onun kızını almasa da, annesini hastane kapılarında ölüme terk etse de suskundur. Bu hali ile rejimin adeta tebaasıdır, sanki Osmanlıdan bu yana hiçbir şey değişmemiş gibi. Yine de suçlu değildir muhafazakar. Çünkü Doktor’un dediği gibi kötü halk yoktur uyutulmuş/eşekleştirilmiş halk vardır. Bu yüzden anlamaya çalışır onu devrimci, hor görmez onu ve değişmesini bekler, çünkü Che’nin dediği gibi bazen “imkansızı dilemek” gerekir ve yine Che’nin dediği gibi “özgürlüğün en büyük düşmanları onu hemen isteyenlerdir”.
Bu yüzden sabreder devrimci. Sabreder çünkü Allah sabredenlerle beraberdir, sabreder çünkü Allah’ın vaadi haktır. İman edenler yalnız Allah’a dayansınlar[19] ayetini aklından çıkarmaz ve şu ayeti hiç unutmaz:
“Allah’ın kimin gerçekten mücadele ettiğini, kimin de gerçekten zorluklara göğüs gerdiğini ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz?”[al-i imran 142]
Bu soruya muhafazakarın cevabı evettir. “nasıl olsa affedileceğiz”.[Araf 169] derler. Devrimcinin ise bu soruya cevabı hayırdır. O ne kitap yüklü eşektir[20], ne de haham ve rahiplerini rab edinmiştir[21], ne de Kerhi gibi Kur’an ve hadiste imamlarımızın görüşlerine uymayan bir şey bulursak onu nesh olmuş sayarız demiştir[22].
Yalnızdır devrimci, ‘yalnızlık sözleri’dir ağzından çıkan her kelime, anlaşılmak ister ama anlaşılmaz çünkü bu asrın adamı değildir. Belki bu dünyanın adamı değildir. Öyle ya da böyle yaşamaktadır, onun için hayat iman ve mücadeleden ibarettir tıpkı İmam Hüseyin’in dediği gibi. O ne ekonomistler gibi paraya tapar, ne natüralistler gibi doğaya tapar, ne siyantistler gibi bilime tapar, ne sosyolojistler gibi topluma tapar, ne Freud gibi cinselliğe tapar, ne de yine Freud gibi insanı it olarak görür. Ne Marx gibi üretim araçlarına tapar, ne Russell benlik güdüsüne tapar, ne de Sartre gibi hayat kusmuktur der. O Allah’a tapar.
Hasan Hanefi’nin dediği gibi Allah’ın içinde yaşar, Allah’ın bekası için yaşar, Allah yolunda yaşar. Bir tarafı Marx, bir tarafı Sartre, bir tarafı da Pascal’dır devrimcinin; bir tarafı Mazdek, bir tarafı Buda, bir tarafı da Hallac’tır. Sosyal savaşımcıdır Marx kadar, özgürlükçüdür Sartre kadar ve ruhen mirac etmiştir Hallac kadar[23]. Tasavvufi deyişle ‘insan-ı kâmildir’, Marx’ın deyişi ile ‘tam insandır’, Che’nin deyişiyle de ‘yeni insandır’.
Devrimci müslüman için iman eylemin, amelin, praksisin ta kendisidir. İman kafada olup biten bir şey değildir, tersine hayatta olan bir şeydir. Ali’nin de dediği gibi “imandan amele gidilir, amelden imana”. Amele götürmeyen iman, iman değil; imana götürmeyen amel de amel değildir devrimci için. Yoksa Allah ne diye “dini yalanlayanı gördün mü? İşte odur yetimi terk eden, yoksulu doyurmaya ön ayak olmayan” desin ve niye “vay o namaz kılanların haline. Onlar ki namazlarından gafildirler. Onlar ki gösterişçidirler ve en ufacık yardımı bile men ederler.” [Maun] desin.
İşte böyle arkadaşlar… tüm bu yaptıklarını yüzlerine vurun muhafazakar müslümanların ve olur da onlar utanmazsa siz onlardan utanın, çünkü Marx’ın dediği gibi utanmak devrimci bir duygudur ve peygamber efendimizin dediği gibi de utanmak dinin esaslarındandır.
[1] Bakara 219
[2] Al-i İmran 192
[3] Ali Şeraiti ve Cevdet Es-Sahhar, Bir Kez Daha Ebuzer
[4] Tirmizi
[5] Müsned 453.hadis
[6] İbn-i Hazm, Al-Muhalla
[7] Subhi Salih, İslam Kurumları
[8] Haşr 57
[9] Subhi Salih, İslam Kurumları
[10]Ali Şeraiti, İslam Ekonomisi
[11] Ali Şeraiti, Medeniyet ve Modernizm
[12] Araf 26
[13] Roger Garaudy, Yaşayan İslam
[14] Recep İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an (meal)
[15] Roger Garaudy, İslam ve Sosyalizm
[16] Bakara 45
[17] Müzemmil 4
[18] Amerika’da 1946-1964 arası doğanlara denir. Bu dönem bizim Özal dönemini hatırlatır.
[19] Maide 11
[20] Cuma 5
[21] Tevbe 31
[22] Ebul Hasan Kerhi, Risale fi’l Usul. Aktaran İlhami Güler.
[23] Ali Şeraiti, Kendini Devrimci Yetiştirmek, s.135-138