Menyu
Geleneksel Ulema ve Laik Aydınlar Arasında Ali Şeriati / Fevzi ZÜLALOĞLU
HAKKINDA YAZILAN MAKALELER [TÜRKÇE]

Geleneksel Ulema ve Laik Aydınlar Arasında Ali Şeriati / Fevzi ZÜLALOĞLU

Bu yıl, müslümanların düşünce dinamizmine ve İran İslam Devrimi'ne yaptığı katkılar tartışmasız olan Ali Şeriati'nin şehadetinin 19. yılı. Şeriati gibi birini çözümlemek tek bir yargıyla ifade etmek kolay değildir. Bunun için düşünce ve davranışlarında geçirdiği süreci izlemek, içinde bulunduğu tarihsel toplumsal şartlan göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir.

 

Erken bir yargıyla ifade edecek olursak, Şeriati hayatı boyunca İslam'ı yeniden yorumlama ve ümmete eylemsel düzlemde rehberlik etme uğraşı içinde olmuştur.

 

Ali Şeriati, İran müslümanlarının geleneksel vaizlerde ve ruhanilerde bulduğundan daha doyurucu bir İslam yorumuyla, asr-ı saadette Kur'an'ın gerçekleştirdiği devrimin, çağdaş dünyada da yenilenebileceğini, ortaya koyduğu tezlerle güçlü bir şekilde savunmuştur. İran, Türkiye vb. İslam beldelerinde müslümanların kendilerine atalar dini tarafından dayatılan muhafazakar kimliklerden, etkilerden kurtulmasında inkar edilemeyecek katkılar sağlamıştır. Tabii ki bu sonuç, sadece Ali Şeriati ile kayıtlı değildir. Seyyid Kutub, Mevdudi vb. ıslahatçı önderlerin meydana getirdiği bir mozaikte etki oluşturmuştur.

 

İran gençliğinin ve Türkiye'deki müslüman gençlerin Şeriati'ye gösterdiği ilgi, aynı zamanda, onun İslam'a ilişkin konularda batılı toplumbilimsel kavramları ve batının ünlü düşünürlerini kendi potasında eritebilmesinden kaynaklanıyordu. Bununla birlikle Şeriati, İslam'ın dinamik yorumlarını ortaya koymak için geleneksel malzemelerden de yararlanıyor ama onların içinde kaybolmuyordu.

 

Şeriati, İslam'a yeniden hayat vermek, onu en canlı şekilde anlamak için çalışmıştır. Doğru inancın, doğru bilgiden doğacağı gerçeğini göz önünde tutarak o, ecdatperestliğe, tarihe tapıcılığa karşı sürekli mücadele etmiştir. Bunun için Şeriati, anlaşılmadan tekrar edilenleri, önceki bilinenleri sarsan bir yöntemle ele alır. O, kendi deyimiyle "tarihin kuyusunda tutsak bırakılan" İslam düşüncesini yeniden hayat sahnesine çıkartmak istemektedir.

 

Şeriati'nin Şehadet Yürüyüşü

 

Ali Şeriati 1933'de doğdu. İlköğretimini Meşhed'de tamamladı. Babası âlim Muhammed Tâki Şeriati onun kişiliğinde derin izler bırakmıştır. Şeriati, Öğretmen Eğitim Koleji'nde okurken, babasının kurduğu "İslam Bilimlerini Yayma Merkezi"nin bir üyesi olarak çeşitli konuşmalar yapmış, sosyal aktivitesini burada kazanmaya başlamıştır. Liseyi bitirdikten sonra bir kaç yıl öğretmenlik yapmış, daha sonra yeni kurulan Meşhed Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kabul edilmiştir [1956]. Bu yıllarda Merkezin genç katılımcılarına İslami bir bilinç vermede yaşının üzerinde etkinliklerde bulunmuştur. Bu etkinlikler, kendisinin toplumsal önderliğe hazırlanmasına ve düşünsel birikimini oluşturmasına önemli yararlar sağlamıştır. Şeriati, bu yıllarda mollaların ve üniversite hocalarının özgünlüklerinin olmadığını, yetersizliklerini yakından gözlemlemiştir. Artık kendini, laik eğitim almış aydınlarla dini eğitim almış mollalar arasında bir yerde konumlandırmaya başlamıştır.

 

Şeriati, 1960'da Paris Üniversitesi Yüksek Lisans programına başlamıştır. Fransız toplumbilimcilerini inceledikten, batıyı yakından tahlil ettikten sonra, İslam'la ve İslam dünyasıyla batının derin farklarını keşfetmiştir. Bu farkediş, İran toplumuyla ve İslam ümmetiyle ilgili ortaya koyduğu tezlerde, çözümlemelerde onu sosyal bilimlerin basma kalıp analitik normlarına bağlanmak gibi açmazlardan büyük ölçüde koruyabilmiştir.

 

Şeriati, 1964'de İran'a dönmüş ve Fransa'da Şah'a karşı bazı eylemlere katıldığı suçlamasıyla tutuklanmıştır. Üniversite'de öğrenim görevliliğine kabul edilmediği için değişik liselerde öğretmenlik yapmak zorunda kalmıştır. 1966'da Meşhed Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim görevliliğine başlamış, kısa bir sürede üniversitede en tanınan ve çevrede konferansları ilgiyle dinlenen biri olarak öne çıkmıştır. Bu yıllarda yaptığı derslerden ve 1965'de Tahran'da kurulan Hüseyniye-i İrşad'daki çalışmalarından hem geleneksel Şii ulema, hem de laikler rahatsız olmuştur.

 

Şeriati, tüm zamanını ve hayatını İslam'ın öğretilmesine ve yeniden yorumlanmasına adamıştır. Konferansları İran toplumunda o derece etkili olmuştur ki. Şahlık rejimi 1973'de onu tutuklamış, Hüseyniye-i İrşad'ın etkinliklerini askıya almıştır. 1977 yılında İngiltere'ye gitmesine izin verilmiş ama Şah'ın ajanları peşini bırakmamıştır. Ve aynı yıl Londra'da şehadete ulaşmıştır.

 

İslam Devrimi Sürecinde Şeriati'nin Rolü

 

Şeriati'nin İran'daki ve tüm dünya müslüman gençleri arasındaki önemi, İslami inançlarını toplumsal, ekonomik, siyasal sorunlarla ilgilendirecek bir yeterliliğe sahip olmasıyla yakından alakalıdır. Çünkü İslam devriminden önce dünyaya hakim iki ideoloji [kapitalizm ve sosyalizm] dinin dünyevi bir nitelik taşıyabileceğini kabul etmiyordu. 1789 Fransız Devrimi'nden sonra oluşan egemen paradigma sekülerdi ve dini sadece mabedle, İnsanın içyapısıyla sınırlıyordu. Bu, Kur'an vahyi açısından son derece yanlış bir yargıydı. Yani İslam'ın özgün yapısı bu ayrımı asla kabul edemezdi. Cemaleddin Afgani'yle başlayan yeni ihya hareketi Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi ve nihayet İran'da Ali Şeriati'yie egemen dünya sisteminin bu paradigmasına karşı konum alarak en genelde şu mesajı veriyordu: İslam bir hayat nizamıdır. Ahiretten söz eder ama mesajı ahiretle kayıtlı değildir. Maneviyattan söz eder ama mesajı maneviyatla kayıtlı değildir. Kısaca İslam, dünya-ahiret, madde-ruh arasında eşsiz bir ilahi dengeyi öngörür.

 

İslami değerlerin toplumbilimsel açıdan tahlillerini yapması Şeriati'nin belki de en bariz vasfıdır. Marksizmin, sosyalizmin bir umut olabildiği dönemlerde onun tezleri özellikle İran'da tüm laik eğilimleri bertaraf edici, en azından pasifize edici nitelikteydi. Bu tezler karşısında, laik eğitim almış İran aydını doğrusu güçsüz kalıyordu. Çünkü laik aydınlar benmerkezciydi, halktan kopuktu, halkın hiçbir değerini kaâle almıyorlardı. Bu hallerinden de sistemden pay aldıkları için ayrıca memnundular. Laik aydınlar İran gençliği üzerinde etki yapmaya devam eden geleneksel değerleri anlamaya, onları aşmak gayesiyle de olsa, değerlendirmeye yanaşmıyorlardı.

 

İşte böyle bir ortamda Ali Şeriati özelde gençliğin, genelde İran halkının açmazlarını keşfeden, İslam'a yabancılaşmayan, batıyı bilen yapısıyla, İslam devrimi sürecinde hak eden bir teveccühe mazhar oldu.

 

Ali Şeriati'nin Genel Görüşleri

 

Şeriati'ye göre, insanı insanlığından çıkaran üç şey vardır: Zor, zer, tezvir [zer, iktisadi gücü [Karun]; zor, zorba iktidar ve baskıyı [Firavun]; tezvir ise halkı uyutmayı, din ya da bilim, uygarlık ya da teknoloji adına, ya da başka adlarla insanı aldatmayı temsil eder [Belam]]. Şirkin tarihte genelde teslis [üçleme] şeklinde kendisini ortaya çıkardığını söyleyen Şeriati; Firavun, Karun, Belam kavramlarıyla düşüncesine açıklık getirmektedir. Firavun ve Karun kavramları Kur'an'dan alınmış olmasına rağmen, maalesef üçüncü boyut şirki temsil eden Kur'ani kavram olan Samiri yerine Belam'ı kullanmıştır. Oysa Belam, İsrailiyat kültürünün ürünü bir tanımlamadır.

 

Şeriati, entellektüel ile aydın arasındaki farkı şöyle belirtir: Entellektüel, düşünen kişidir. Düşüncesinin hangi yönde olduğu önemli değildir. Halbuki aydın, toplumu için sorumlu bir insandır, toplumun hayrını düşünür ve toplumu ile bütünleşir. Aydının görevi, bu bütünleşmeyi sağlamaktır. Bilgin, bilgi üretir, tespit ve keşifler yapar; aydın ise bu bilginlerin ürettiklerini toplumları için malzeme olarak kullanır. Aydın, malumata teslim olmaz, onu değerlendirir, seçer, gerekirse atar. Ali Şeriati, yaptığı bu ayrımda, aydın tanımlamasıyla aslında kendisini veya misyonunu anlatmaya çalışmaktadır.

 

Şeriati'nin modernizm ile ilgili yaklaşımı ise son derece köktencidir: Modernleşme, batının sömürü aracı olarak kendi ürettiği mallan, az gelişmiş ülkelerde satmak için uydurduğu bir puttur.

 

Kitaplarında Afgani'den ikbal'e, Celaleddin Rûmi'den Frantz Fanon'a, Sartre'a, İbn Haldun'a vb. bol miktarda atıflarda bulunan Ali Şeriati, marksist literatüre son derece vakıftır. Bu yüzden onu marksizmin paradigmasına teslim olmakla suçlayanlar çıkmıştır. Ancak ibn Haldun nasıl ekonomik yapı ve üretim ilişkilerinin toplumsal yapının oluşmasına etki ettiğini söylediğinde marksist diye suçlanamazsa, Ali Şeriati de benzer yaklaşımlarından dolayı itham edilemez. Hamid Algar'ın dediği gibi, Ali Şeriati'nin marksizm eleştirileri Kur'an'dan deliller getirilerek değil, marksizmin kendi içinde yaşattığı mantıki çelişki ve tutarsızlıkların sergilenmesi şeklindedir.

 

Şeriati'nin devamlı acelesi vardı. Bir derse, programa, toplantıya, konferansa yetişme kaygısı içindeydi. Söyleyeceği her şeyi bir derste söylemeye çalışırdı. Acelesi olduğunu, yazdığı şeylerin başlığı bile anlatmaktadır: Ne yapmalıyız? Nereden başlayacağız? Şehadet, Dine Karşı Din, Ana-Baba Biz Suçluyuz...

 

A] Tevhid'le İlgili Görüşleri

 

Şeriati, insan ve toplumdaki her bozulma, çarpıklık ve ahlak dışı davranışın nedenini insandaki üç öğeye dayandırır: Cehalet, korku ve hırs. Ona göre tevhid akidesine bağlanmak, bu hastalıklardan kurtulmanın reçetesidir. Tevhid inancına bağlanan insan, korku ve yitirme duygusundan kaynaklanan alçaltıcı ve utanç verici bir duruma düşmekten kurtulur. Muvahhid; ölümden, yoksulluktan çekinmez. Tevhid, dine bağlılığın ve imanın kalbe indirilişinin tüm bireysel ve toplumsal davranışların kendisiyle değerlendirildiği İslam'ın en önemli ilkesi olarak; tıpkı diğer ıslahatçı öncülerde olduğu gibi Şeriati'nin tezlerinde de merkezi bir konuma sahiptir. "Dine Karşı Din" adıyla Türkçeye çevrilen kitabında da işlediği gibi, Şeriati tarihin akışını ve ânı, tevhid ilkesi çerçevesinde anlamlandırır. Şeriati'nin itikada ilişkin açıklamalarında çoğu zaman derin felsefi teolojik tartışmalara girmekten kaçınan tavrı, kendilerini muharref inançlardan arındırmak isteyenlerin teveccühünü kazanmasına sebebiyet vermiştir.

 

B] İmamet ve Ümmet Hakkındaki Görüşleri

 

Müslüman topluluğun her dönemde ihtiyaç duyduğu İslami yaşama biçimi, ümmetin toplumsal yükümlülüğünü yerine getirmede önemli bir önkoşulu gerekli kılmıştır. Müslüman topluluk hallerini İslami açıdan değerlendirmesi gereken bir öndere, içtihad yapabilecek bir lidere her zaman gereksinim duymuştur.

 

İmamet, Şia'ya göre Peygamberliğin bir uzantısı olarak görülmüş, liderlik yetkisi peygamberin açık atamasıyla İmam'a verilmesi gereken bir hak olarak değerlendirilmiştir. Şeriati, Şia'nın bu geleneksel vesayet doktrinini belli noktalarda eleştirmiştir. Bu yönüyle o, Caferiye Şiasından çok, Zeydi Şiasına daha yakındır. Çünkü ona göre Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer yönetimlerini İslami ölçülerde sürdürebildikleri için ağır ithamlara tâbi tutulmamalıdırlar. 12 İmam'dan sonra ise Sünni yoruma daha uygun bir İslami yönetim anlayışı öne sürmüştür. Şura ve istişareye dayalı, müslüman topluluğun seçtiği ve denetlediği bir imamet anlayışı. Onun bu görüşü, ıslahata önderlerin 'ehl-i hal ve'l-akd' ve ümmetle ilgili görüşleriyle paralellik arzetmektedir.

 

Ancak yine Ali Şeriati'ye göre, günümüz müslümanları Ali ve Hüseyin'in imamlığını onaylamalı, özgürlük ve bilgiyi güç ve dengeyi tartmak için Ebuzer gibi olmalıdırlar. Ancak böyle bir ümmet, düşmanlarını-yenip tevhidin gerçek bir izleyicisi olabilir. Ali Şeriati'nin bu görüşleri ise, kendisine dinamizm katmaya çalıştığı toplumsal yapıyla birlikte düşünülerek değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.

 

Şeriati, Şia'nın vesayet ve Sünnilerin şura ilkesini birleştirme çabasındadır. Şeriati'ye göre her ikisi de mantıklı ve doğrudur. Çünkü bu görüşlerin İslam toplumunda peygamberin rolüne ilişkin anlayışlardan kaynaklandığı açıktır. Şeriati'nin Sünni tezlere yumuşak bakması, geleneksel Şii ulemasının kendisine yönelttiği eleştirilerle yıpranmasına yol açmıştır.

 

C] Sünnet ve İçtihad Hakkındaki Görüşleri

 

Şeriati'nin sünnet ve içtihad hakkındaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz: Ona göre insanın Allah'a karşı sorumluluğunu yerine getirmek için canlı bir şahide ihtiyacı vardır. Bu modeli Hz. Muhammed sünnetiyle sunmuştur. Hz. Muhammed'den sonra İslam ümmetine önderlik görevini üstlenmek isteyen insanlar, tüm biçimleriyle yeni etkenlerin İslam toplumu üzerindeki etkisini değerlendirmek, çözümlemek için çalışmak [içtihad etmek] zorundadırlar. Eğer toplum bugünün gerçeklerine açık yüreklilikle, içtihadla tepki göstermezse, fosilleşir, taşlaşır, kemikleşen bu tür toplumlar ise, uzun süre yaşayamazlar. Böylece Ali Şeriati, İslam toplumunu etkileyen yeni sorunları derinliğine tahlil etmek için, Kur'an vahyini canlı bir şekilde yorumlamak, günümüzde müslümanların karşılaştıkları sorunları çözümlemek için içtihadın yeniden işlerlik kazanmasını bütün ıslahatçı önderler gibi içtenlikle istemiştir.

İslam toplumu, İslam'ın çizdiği sınırlar içerisinde ilerleyecekse, gereken yaratıcı cevabı ancak içtihadla üretecektir. O halde içtihad, süregelen, süregitmesi gereken İslami bir çaba, İslam'ın öngördüğü sürekli devrimin en temel ilkesi, laikleşmeyi önleyen İslami bir ibadettir.

 

D] Şeriati'nin Geleneksel Şia'ya Yönelttiği Eleştiriler

 

Hüseyniye-i İrşad'da ilk dönem Şiiliği üzerine verdiği konferansta Şeriati, Hz. Ali'nin Şiiliği ile kurumsallaşmış şiilik diye nitelendirdiği Safevi Şiiliğini birbirinden ayırdetmiştir. Ali Şeriati, Şii dinleyicilerine İslam'ın adil bir toplumsal düzen oluşturmaya dönük çağrısındaki dinamizmi kabullenmeksizin, Şiiliğin bir kimlik kartı gibi kullanılamayacağını anlatmıştır. Ona göre, Safeviler ve daha sonraki İran yöneticileri, Şia'yı, halkı denetlemek ve boyunduruk altında tutmak için siyasal araç olarak kullanmışlardır. Bu fırsatçı yöneticilerle işbirliği yapan geleneksel ulema, Şia'nın asıl öğretilerini yanlış yorumlayarak zihnî bulanıklığa çanak tutmuşlardır.

 

Şeriati, müslümanların siyasal-toplumsal yaşamlarına hiçbir şekilde katkıda bulunmayı amaçlamayan, rahipliğe benzer bir hayat tarzı sürdüren ve sadece ruhani olmakla övünen Şii ulemaya sert çıkmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. Ali Şeriati mutaassıp bir Şii değildir. Ona göre Yavuz'la savaşan Şah İsmail de zorba bir zalimdir.

 

Şeriati'nin Meydana Getirdiği Etkiler

 

İnsanlar kendilerini aşan, alışkanlıklarına meydan okuyan bir düşünceyle karşılaştıkları zaman, başkasından geldiği için veya davranış değişikliği istediği için, inatlaşarak bir karşı koyuş, kıskançlık tutumu takınabilirler. İşte Şeriati'nin başına gelen de çoğu zaman budur. Ona İran'da, geleneksel yanlışları sürdürmek isteyen mollalar "Vahhabi", Türkiye'de ise geleneksel kesimler "Şİİ" demişlerdir. Her iki tarafın da katı mezhepçi, taassubi değerlendirmeleri, onun kendi deyimiyle "hak üzere olduğunu bir kere daha ispat etmektedir".

 

Bir kişiyi yıpratmak için en iyi yol, ona sahip çıkıp yanlış takdim etmektir. İran'da Halkın Mücahidleri [daha doğrusu münafıkları] Örgütü Şeriati'yi İslam'a karşı ve batının hizmetinde kullanmayı denemektedir. Şeriati aslında bu tehlikeye sağlında işaret etmiştir.

 

Şeriati, Hac kitabında Sünni kültürden gelen müslümanların da takdire şayan bulduğu bir ibadet anlayışı ortaya koymuştur. Onun ibadet telakkisi, şekle ilişkin ayrıntılara boğulmadan, biçimi ve özü bütünleştiren bir anlayışla hareket etmeyi öngörmektedir.

 

Sonuç olarak Şeriati'de Cemaleddin Afgani'deki zulme karşı kararlı konum alışı, Mevdudi'deki bilgi derinliğini, Seyyid Kutub'daki mücadele tutkusunu, ilkelerinde tavizsiz davranarak davası için ölüme gülerek gidebilme inancını görebiliyoruz.

 

 

 

 

 

Haksöz Dergisi - Sayı: 64 - Temmuz 96