Önceki konularda çeşitli bakış açılarıyla tevhidi gördük ve dört boyutunu inceledik; Birinci boyut maddi, fiziksel, irfanî ve genel söyleyişle materyalist ve idealist dünya görüşü karşısında bir dünya görüşü olarak tevhiddir. İkincisi, insan türünün zamanla izlediği hayat yolu üzerinde tarih felsefesi ve tarihsel rol olarak ve ayrıca, insanlığın başlangıcından bugüne ve son zamana değin şirke -çeşitli şekilleriyle- dayalı tarih felsefesi karşısında verdiği ve vereceği tarihsel savaşımdaki yükümlülük ve mesaj olarak tevhiddir. Üçüncüsü, insanların bir toplumda ayrılığa düşmelerine, parçalanmalarına, bölük pörçük olmalarına yol açan sistemleri açıklayarak savunmayı üstlenen soy, sınıf, kavim ve aile temellerine dayalı sınıfsal ve aristokratik kültürler karşısında, insan toplumu sisteminin toplumsal görüş türü ve düşünsel altyapı türü olarak tevhiddir. Dördüncüsü de, materyalizm, egzistansiyalizm, hümanizm, radikalizm ve çeşitli boyutlarıyla mistisizm [irfan, tasavvuf ve mezhepler] bir ahlâki altyapı olarak ya da insanı şekillendiren ya da insanı besleyen bir felsefe olarak tevhiddir. Konu, kuramsal, felsefî ve ruhsal yön taşıdığı ve kavranılıp anlaşılması güç olduğu için, özellikle de bizim arınmamış zihinlerimizde oldukça geri, cahilce, avamca ve kasıtlı olarak sokuşturulmuş öğelerle karışmış olduğundan din, İslam, tevhid ve din-ahlak duygusu gibi konuların gerçek anlamlarıyla tanınması, bu konulardan hiç haberi olmayanlarınkinden daha güç olduğu için tevhidî bir bakışla, tevhidin çeşitli boyutlarının cisimlenişi olan özel bir İslamî geleneği [sünneti] çözümlemek istedim. Sözünü ettiğim gelenek hacdır.
Hac, bir kelimeyle öteki gelenekler arasında bir gelenek olmayıp tevhid gibi -ki tevhidin, bütün inançların altyapısı olduğunu, inançları tevhidin yanı başında değil, tevhidin üzerine kurmak ve genişlemesine değil uzunlamasına bir sınıflama yapmak [benim İslam-Şinasi’de yaptığım ve bugün sınıflama şeklini düzeltmem gerektiği gibi] gerektiğini söylemiştim- öteki dinî geleneklerin ve amellerin yanı başında herhangi bir amel ya da bir gelenek olarak algılanmamalıdır; çünkü hac, bütün boyutlarıyla İslam adını taşıyan bir dizgenin sembolik, özdeş ve remzi cisimlenişidir. Şu anlamda ki İslam -sunduğum tasviriyle- altyapısından -ki tevhiddir- son yönüne varıncaya dek -ki Allah’a değin varmaktadır- toplam olarak, tek bir ruh, tek bir yön ve tek bir sesle, birçok uygulayımsal, düşünsel ve duyumsal parçaları kendinde barındırmakta olup tüm bunlar, hacda gösteri metni olarak yer almıştır; her birey onu kendi devinim, sembol ve remizleriyle hacda gösterime koymaktadır. Her birey, ömründe bir kez, İslam metnini, bu soyut kavramların cisimleniş gösterisini, bu sahnede gösterime koymalıdır. İşte inanç ve duyguların devinimlerle anlatımı.
İtikadî ya da felsefî ya da duyumsal kavramlara cisimleniş kazandırmak oldukça büyük bir sanat işi ve aşkın bir sanattır; aşkın sanatın [sanatın en zor türüdür, özellikle yükümlü de olursa] en güçlü işi, soyut kavramları [ideleri] özdeş cisimleniş hareketleri şeklinde anlatmaktır. Bu sahnede tevhid, dört boyutuyla -ki felsefî ve itikadî öğretidir- ve İslam bütün boyutlarıyla -ki duyumlardan, inançlardan ve amellerden oluşan bir dizgedir- cisimlenişin remzi gösterimini kazanır. Bu sahne eserinde bütün insanlar, oyuncu olarak katılmak sorumluluğunu taşımaktadırlar. Fakat milyonlarca bireyin bir metni oynadığı bu gösteride roller paylaşılmamıştır, başrol ve yardımcı rol oyuncuları yoktur. Tam tersine herkes başrol oyuncusudur ve gösterinin kahramanı rolünü oynamaktadır ki çoğunlukla bu kahraman İbrahim’dir.
Bu sahnede, kahraman ve kahramanın karşıtı, madde ve mâna, uşak ve bey, köle ve efendi, kadın ve erkek rolleri yoktur. Her insan bireyi bu rollerin toplamını kendisi yüklenmiştir. Bu durum, İslam’da her bireyin değer, nelik ve gerçeklik olarak bütün insanlarla eşit olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bu yüzden İslam’da, biri bir insanı öldürmüşse, herkesi öldürmüş gibidir. Biri, bir insanı manevi ve insanî olarak diriltirse bütün insanları diriltmiş gibidir. Ve insanbilimin ilk dersi işte burada verilmektedir; “Hepiniz çobansınız ve hepiniz bir sürüden sorumlusunuz.” Her birey eşit olduğundan sonuç olarak insanlığın önderliği sorumluluğu kimi bireylerin üzerlerinde değil, tek tek her bireyin üzerindedir.
Şimdi tevhidde ele aldığım konulardan[1] sonuca varmak amacıyla kelamî, zihinsel ve kanıtsal kavramlara girmek, felsefeye, duyumlara, içe doğuşa, mana, bilimlere, toplumsal ve insanî konulara yapışmak yerine, nasıl İslam hacda ideolojisini özdeş bir gösteri biçiminde anlatmışsa ve bu gösteride inançları gerçekleştirme ve cisimlendirme sorumluluğunu tüm bireylere bağışlamışsa ben de haccı özdeş bir örnek olarak çözümlemek istiyorum. Bu konudan çıkan sonuç olarak söylemem gereken şey, açıklamayı gerekli saydığım bu geleneğin ayrıştırma ve çözümlemesinde bulunmaktadır. Böylece hem felsefî, soyut ve bilimsel konular, zihinsellikler dokunulabilir, görülebilir özdeşlikler biçiminde açıklanmış olacaktır, hem de İslam-Şinasi’de bir öğreti biçiminde ele aldığım şeyi, burada bir gösterinin ayrıştırılıp çözümlenişi biçiminde incelemiş olacağım. Ayrıca bu yolla, hac, asâleten tanınmış olacaktır. Ne olursa olsun bu gelenekle inançsal ve toplumsal teması bulunanlar, yeni bir betimlemede, bu çok eski geleneği -ki öğretimizde, toplumumuzda ve inancımızda söz konusu olan en temel konulardandır- tanımış olacaklardır böylelikle.
Bu arada kaçınılmaz olarak yineliyorum; Bunun ardından gelen -her zamanki gibi- deneyim [expérience] olarak bu törene katılmakla ve bu töreni incelemekle kazandığımız duygu ve düşünceyi söylemek istiyorum; beğenip beğenmemekte, tümünü kabul etmekte ya da reddetmekte ya da Kur’an’î Müslüman’ın yaptığı gibi dinleyip en iyisine uymakta özgürsünüz.
İşe başlamak için, ilk başta, öğreti olarak söz konusu ettiğim konuları numaralandırıp dizin haline getireceğim. Böylece konular özbilinçli zihninizde gündeme gelmiş olacak. Sonra da haccın tevhidi irdeleme ve çözümlemesine ulaşmış olacağız.
Konunun şekli şudur; Hac, İslam-bilim adıyla bilimsel ve ideolojik anlatımla dile getirdiğim şeyin bütününün remzi özdeş cisimlenişidir.
İslam’ın birden çok temeli yoktur ki temel kesinlikle birdir ve birkaç temelin olması olanaksız ve anlamsızdır, çünkü temel, yani ağacın gövdesi, ağacın binlerce dalı da olsa, birden çok değildir. İslam’ın temeli, altyapı olan tevhiddir.
Tevhidin dışındaki herşey üstyapıdır. Dolayısıyla birkaç dünya görüşü taşınamaz. İslam’ın dünya görüşü tektir; İnsanî dört boyutuyla ilahi dünya görüşü. Birincisi; Özel anlamda dünya görüşü, yani tevhidin bakış açısıyla varlığı algılayış niteliği. İkincisi; Tevhidî risalette tarihin niteliği, yani hareketi ya da açıklanışı. Üçüncüsü; Toplumsal düzen ya da tevhidî görüşte beşerî toplum. Dördüncüsü; Tevhid öğretisinde ahlâk ya da insanın nasıllığı ya da insanî değerlerin açıklanışı. Bu tevhid İslam’ın altyapısı anlamındadır.
1- İnsanbilim: İnsanı biz nasıl adlandırmaktayız, yani İslam nasıl adlandırmaktadır?
2- Tarih felsefesi: Yani İslam, tarih felsefesini nasıl ele almıştır? Yani insanlığın başlangıcından beri akıp gelen ve süreğen karşıt bir akımla çatışma içindeki bir hareketin gerçeğinden sürekli bir akım olan devinimi nasıl ele almıştır İslam? Bu devinim bu ana değin sürmüş, bugün de sürmektedir ve gelecekte de sürecektir; tarihin başındaki biçimiyle. İnsanlığın geleceğinde devrimci belirleyici bir özel nokta olana değin.
3- Toplum felsefesi: Bu öğretide toplumu toplumbilimci edasıyla algılama biçimi.
Bu üç kol üzerinde İslam ideolojisi yer almaktadır [İslam’ın sunduğu ve tek kelimeyle Peygamber’in risaleti olan inançlardan, hükümlerden ve çözüm yollarından oluşan bir dizge].
Sonra; Ümmet [yani bu ideolojiye dayanan ideal beşerî toplum].
Sonundaysa ideal insan [İslam’ın bu öğreti esasınca ve ideal insan için inandığı özel değerlerle yaratmak istediği insan].
Bireylerin tüm yükümlülüğü ve aynı şekilde, bu ideolojiye inanan toplumların yükümlülüğü olmaktır, yani değişmek ve özdeş insanların ve toplumların o değerlerle donanmış o ideal insana doğru sürekli gidişleri ve hicretleridir. Bu ümmet; ideal toplum olup adalet ve önderlik temeline, hikmet ve kıst’a dayalıdır. O ideal insan, doğada Allah’ın halifesidir, Allah’ın özellikleriyle yaratılmıştır; Allah’ın şekliyledir, denilmesi bu anlamdadır. Yani Allah’ın tabiatıyla ya da ilahi tabiatla yaratılmıştır ve Allah’ın halifesi odur. O dört boyutuyla tevhid, aynı şekilde İslam ideoloji dizgesi, aynı şekilde ideal insan, aynı şekilde ideal toplum; İslam’ın yaratmak istediği. Yani Müslümanlar, o ideal toplumu yaratma sorumluluğunu taşımaktadırlar. Tüm bunlar, hacda remzi bir biçimde, düzenli, bilinçli ve dakik hareketlerle gösterilmiştir.
Sanat konularından ve tiyatrodan haberli olan kimseler, özellikle yeni ekollerde, büyük sanatçıların, soyut ideleri özdeş hareketler şeklinde göstermek yolunda nasıl çabaladıklarını bildiklerinden haccın nasıl bir kavram ve felsefesi bulunduğunu ve ne denli bilinçlice sahneye konulup yönetildiğini daha iyi anlayabilirler.
Üzerinde sürekli olarak, her yıl insanlığın, bütün inançlarını, ideallerini, çıkarımlarını, görüşlerini, değerlerini ve amaçlarını sergiledikleri ve inanç öğretilerinin tümünü bu hareketlerle yorumladıkları bir sahnedir bu.
[1] Önceki derste tevhidin, ahlakta uygulayımsal bir etken, güç ve garantör olduğunu ve tarih felsefesinde, toplumsal düzende, insanın ve dünyanın tanınmasında bir tür öğreti, ruh ve görüş olduğunu belirterek bir insanı "insan olmak"tan uzaklaştıran tüm şeylerden -tüm gereksinimlerden, dertlerden, hastalıklardan, insanlığa sıkıntı veren yokluklardan- kurtaran tek güçlü ve büyük etken olduğunu dile getirmiştim.