Üç Ali
Ömrüm üç Ali’nin güzelliğine meftun olmakla geçsin dilerdim. Lakin dünya ayaklarımdan çekiyor beni. Öyle ya, insanız ve oyunlar kurmalı, oyunlara dahil olmalı, muhabbet ettiğimizi nisyanımızla unutmalıydık. Ama yine de ömrüm "Üç Ali’nin Hayatını Okumak ve Yaşamak" başlıklı bir biyografi olsun isterim.
Birinci Ali ki, imamımdır; ardında bir rekat namaz kılmamış olsam da...
İkinci Ali ki, öğretmenimdir; bir saat dahi dersinde bulunmamış olsam da...
Üçüncü Ali ki, Allah’ın bana emanetidir.
Yaklaşık bir yıldır Hz. Ali hakkında bir makale yazacağım ama “Ya Ali!” diye başladığım metnin devamını getirmek nasip olmadı.
Ancak, üzerimde vebali olan öğretmenim Ali’ye dair yazmak bugüne nasipmiş.
Üçüncü Ali, inşallah kendi hikâyesini alnının akıyla yazar.
“Aşk tapınağında gururumu ayaklar altına aldım!”
“Ben hikmet ehliyim; siyaset ehli değil!” diyordu, Yalnızlık Sözlerine başlarken. Hikmet mü’minin yitiğiydi ve ömrü bu yitiği aramakla geçti. Onun diliyle anlatmak gerekirse; "Öğretmenliği seçti, hale bakıp sözlere aldırmadı. Birileri altın topladılar, o hazineyi buldu. Ötekiler saraylar inşa edip, koltuklara kuruldular, o bir mabet inşa etti ve iyilik tanrısının sonsuz iklimlerinde saltanat tahtına kuruldu. Birileri bağ bahçe aldılar; o ise mucizelerin yeşil ülkesine sahip oldu. Diğerleri masa başlarında gururlandılar; o aşk tapınağının minaresinde gururunu ayaklar altına aldı. Ötekiler Kayser’in kölesi oldular; o ise Hekim’in sahabesi oldu. Diğerleri yoldan saptılar, dünya zenginliğine erdiler; o’nun eli avucu boş kaldı çünkü inzivayı tercih etmişti."
Evet, yukarıdaki halleri yaşayan şehid, Ali Şeriati idi.
Kimilerine göre; Batı ile Doğu arasında sıkışmış bir kayıp ruh...
Kimilerine göre; Ne Sünni ne de Şii, her iki tarafında kafasını karıştıran sahte peygamber...
Kimilerine göre Sunni bir ajan; kimilerine göre Şii bir provakatör... Allahtan her yaftaya rağmen “suni bir aydın” değildi!
Kimilerine göre Müslüman sosyolog [Tabii, Türk üniversiteleri batı kaynağından okuduğu için sosyoloji ve felsefeyi, Ali Şeriati adını duyanların yüzleri ekşidi], kimilerine göre 20. yüzyılda İslam’a felsefeyi sokarak mücedditlik yapma gayretindeki bir gayretkeşti. Öyle ya, gidip Allah'ın Fransızlarından ders almıştı Cezayir’de, ölümüne bir bağımsızlık savaşı verilirken. Hatta, hocası Franz Fanon’a bakıp, aslında gizli sömürgecilik yanlısıydı… Hasılı, çok şey dendi hakkında. İleri geri çok söz edileceğine de şüphe yok.
1933’te başlayıp, 1977’de biten bir hikâye değildir bu!.. Sömürülen, katledilen, öldürülen, namusu ve onuru yerlerde süründürülen insanlara: Ey insanlar! Sizi mahvettiler. Ama sizler avucunuza sıkıştırılmış üç akçeye bakıp teselli oluyorsunuz! diye seslenen, modern bir Ebu Zer-i Gıfari'dir aslında.
Sosyalist değil Müslüman
Yaklaşık bir ay önce Ahmet Arsan “Sosyalist Müslüman” diye tavsif etmişti Ali Şeriati’yi. Zannımca Ahmet Arsan mahlasını kullanan zât, Ali Şeriati’yi ya hakkıyla okumadı, ya da bir Hakkı okuyup ona özetledi ki; Ali Şeriati’nin sosyalizm’e yaptığı eleştirileri bilmeden, böyle yersiz bir sıfatlandırma yaptı. Orada, “İslamcılar”ın en çok okuduğu kitaplardan biri de İnsanın Dört Zindanı’dır" diye bir ifade kullanmıştı. Doğrudur. Her dem okunmayı da hak eden zindanlardan bahseder Ali Şeriati.
Ancak, Ali Şeriati’ye ait olup olmadığı belli olmayan o kadar çok metin var ki Türkçede, hangi Ali Şeriati? diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Bunun bir sebebi de Ali Şeriati’nin kaderi olsa gerek. Zira, o da ömrü boyunca “Hangi Allah? Hangi Ali? Hangi Şia?” tarzı sorular sormuş ve insanların kafasına doldurulan hurafelerle savaşmıştı. Hurafelerle savaşmanın en zor yanı da hurafelerin etrafına çok çabuk ve tekinsiz müridler bulmasıdır. Siz hurafeyi tespit etseniz ve onunla savaşsanız iş burada bitmiyor. Necip Fazıl’ın tabiriyle “ham yobaz kaba softa” olanlar etrafınızı sarıyor ve sesinizi kesmeye çalışıyorlar. Bu ses kesiciler içerisinde en kuvvetli olanı ise, Althusser’in tabiriyle “devletin ideolojik aygıtları"dır. Yani ki, Ali Şeriati’nin “hak” olduğunu en iyi bilenler Savak ajanlarıydı ve onu reddeden sunni ulema ve şii mollalardan önce onlar şehid ettiler. Biliyorlardı ki, devrime giden yolu Ali Şeriati ve Ebu Zer tıynetindeki aydınlar hazırlıyorlardı.
Geride ne kaldı? Bir sosyolog, bir felsefeci, bir hatip, bir şii alim, bir yalnız insan, bir ölümlünün ölmeyecek sözleri, bir ademin trajedisi, sahiplenilmeyen bir suçtan daha fazlası kaldı!..
Mesela;
Kevir
Yalnızlık Sözleri,
Öze Dönüş
İnsanın Dört Zindanı
Dinler Tarihi
Ebu Zer-i Gıfari
Ali…
Daha ne kalsın bir ölümlüden geriye?! Siyah Deri Beyaz Maske diye yazmıştı hocası Franz Fanon yıllar önce. O, hocalarını iyi dinlemiş; haklı ama ezilmiş olanların yanında, Cezayir Bağımsızlık Savaşı için Paris’te çabalarken; hem aşkı, hem şehadeti bir arada yaşamış ender insanlardandı.
Efendimiz, Ebu Zer’i uyarmıştı; "Gitme ya Ebu Zer, kötülük edecekler sana!" demişti. Ama Ebu Zer Mekke müşriklerine hakkı söylemek için gitti Kabe’ye ve kötülüğe uğradı.
Ali Efendimiz'e şehid edileceği ayan oldu. Ama o, yine de gitti mescide.
Ali Şeriati, öldürüleceğini bile bile hicret etti Paris’e. Ama kalbimizden asla hicret etmedi!
Efendimiz; “Ali, ilmin kapısıdır!” demişti bir hadisinde. Bugün için bakıldığında dağınık ve ne yaptığı belli olmayan bir ümmet için Ali Şeriati’nin hali bu hadisle kader birliği yapmıştır. Acıklı olmakla birlikte, güzel olansa şehid Ali Şeriati, ilk kitabı olan Ebu Zer-i Gıfari gibi yaşamış ve onun gibi yalnız ve gurbette ölmüştür.
Öze dönmek için daha kaç Ebu Zer ölecek, bunu bilmiyoruz. Ama merak edenler için Ali Şeriati kitaplığı çok uzağımızda değil!
Allah rahmet eylesin. [Ali Şeriati’yi anlamak için giriş kapısı Kevir olsa gerek.]
Kaynak: www.dunyabizim.com