I- Ali Şeriati’nin fikir dünyasında, imgeleminde ve hayatında kadınların yeri üzerine bir sempozyum sunumu metni üzerinde çalışıyorum bugünlerde. Düşünen, katılan, sorumluluk sahibi, yapay süslere ihtiyaç duymayacak kadar zengin bir tefekkür dünyası ve eyleme alanı olan bir müslüman kadındır Şeriati’nin metinlerinde olumlu anlamda vücut bulan.
Şia kültürünün büyük önem atfettiği Hazret-i Fatıma ve Hazreti Zeynep’e atıflarla bir sahicilik kazanan bu kadın, Şerati metinlerinde bazen Monna Rosa’yı hatırlatan imgesel bir varlığa dönüşüyor.
Fakat Şeriati’in idealindeki kadın Monna Rosa misali uzak bahçelerde gezinirken de mesela “Cezayir meselesi” üzerine kafa yormaktan geri durmuyor.
Kadınla erkeğin eşit fakat farklı insan cinsleri olduğunu kaydederken Şeriati, erkeğin akıl kadının ise duygu ile temsil edildiği, böylelikle de kadının tefekkür alanından uzak tutulduğu kabullere kuşkuyla yaklaştığını belli eden yorumlar yapmayı ihmal etmiyor. Öyle ki Hüseyniye İrşad’da ders verdiği yıllarda bu alandaki tespit ve yorumları, Ensari-yi Zencani gibi tutucu mollalar tarafından büyük tepki görecektir.
Şeriati kitapları onlarca yıldır niye ellerimizden düşmüyor? Endişelerinin hayattan yükselen eleştirileri dikkate alması ve “hubut”u yaşayan insan tekinin hakiki ıstırabını oluşturan sebepleri irdelemesindeki samimiyet, akla gelen ilk sebepler. Müslüman kadınlar açısından ise Şeriati cinsiyetçi yaklaşımların ötesinde bir asalet ve durulukla kalem oynatan empati yeteneğine sahip Müslüman bir mütefekkir olmanın güvenini sağlıyor. “İslam’da kadın” denildiğinde geleneksel eksik etek/kaşık düşmanı kadın-hikmetinden sual olunamaz erkek ilişkisini nostaljik bir yaklaşımla anmaya ve kaim kılmaya dönük cümleler etrafında dolanan bir yazar olmadığı için de Şeriati, eserleri ve yaşantısıyla, şehadetinden bu yana geçen yıllar içinde İslami bir hayat tarzı kurma çabası içindeki kuşaklarca referans kaynağı olmaya devam ediyor.
II- Geçtiğimiz hafta, Salı günü Aşura Günü’ydü; Ehli Beyt konusunda duyarlı bütün Müslümanlar için kırk gün sürecek bir matemin başlangıcı. Bu matem Hazreti Hüseyin’in despotizme karşı verdiği mücadeleyi kalben paylaşırken onunla bütünleşmenin de göstergesi. Hüseyin’in kıyamına, her müslümanın kişisel yaşantısında uyarıcı olması gereken derin anlamlar yüklene geldi yüzyıllardır. Kerbela’nın büyük şehiti, kendi deyişiyle “zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisi olduğu için” uzlaşmaktan kaçındığı Yezid’in düşmanlığını kazanmıştı.
Krallık karşıtlarının kahramanıdır Hüseyin aynı zamanda… Muaviye’nin hilafeti oğluna bırakmasıyla halifelik kurumunun bir hanedan niteliği, bir saltanat örtüsü olarak algılanmasına itiraz ediyordu, Hüseyin. Bu nedenle de kendisini yeni bir açılım için destekleyen Kufe halkının davetini ciddiye alarak yola çıkmıştı. Bunun bir ölüm yolculuğu olabileceğini bile bile...
Hacıları Yezid saltanatına karşı kıyama çağırdığı Mekke’de haccını yarıda kesip de Kufe’ye doğru hareket ederken Hüseyin, Kufe halkı çoktan temsilcisi Müslim’i bir başına bırakmış, dünyevi güç ve iktidarın, zorbalığın safına geçmişti.
Kerbela’da Tasua günü, yarın herkes ölecek, isteyen gidebilir, demişti Hüseyin kafiledekilere. Bunun üzerine iyice boşalmıştı çevresi. Katliama maruz kalacak kafile, İbni Ziyad ordusundan ayrılan Hürr’ün katılımıyla 72 kişiden ibaretti.
Zeynep, katliama maruz kalan bu 72 kişiden geriye kalanlardan biridir işte.
Hüseyin’le birlikte Kerbela’ya giden kafile içinde yer alıyordu Zeynep. Hüseyin’in yanında olmak, hak sözün ifadesinin safında yer tutmaktır. Bazen ölümsüz bir söze, bir cümleye dönüşen sadece eylemdir. Bazen de haklı eylem tamamlanmak için sadece sizin tam zamanında atacağınız adıma ihtiyaç duyar. Eğer inandığınız bir itirazın dillendirilmesinde üzerinize düşeni yapmazsanız, cümlenin anlamını açığa vuran öteki yarısı da olamazsınız.
III-Kerbela faciasının ardından Zeynep, hilafet makamını krallığa dönüştüren Yezid’e karşı ağabeyinin ikinci kez öldürülmemesi ve kıyamındaki anlamın dillendirilmesi için bir mücadele verdi. Facianın ardından geriye kalan yaralıların bulunduğu bir kervanla İbni Ziyad’ın sarayına götürülürken Kufe halkına uyarılar ve kınamalar yönelttiği konuşmalar yaptı. Usta bir hatip olarak benzeri konuşmaları İbni Ziyad’ın ve Şam’da da Yezid’in sarayında da sürdürdü.
Medine’de ise, susmakla sürgüne gitmek arasında bir seçim yapmaya zorlandı neticede. Kardeşinin Yezid’le uzlaşmaktansa ölüme gitmesinin nedenleri üzerine konuşmaktan vazgeçmek istemeyen Zeynep sürgünü seçti. Bir rivayete göre Şam’a, başka bir rivayete göre ise Mısır’a sürgüne gönderildi. Her şeye rağmen hak sözü dillendirme sorumluluğuna sahip çıktığı için de yüzyıllar boyunca konuşmayı sürdürdü ve gün geldi Ali Şeriati’nın pek çok konuşmasında olduğu gibi “Ve Cevap Veriyorum” başlığı altında da geliştirmeye devam ettiği tek boyutlu, kadın varlığını sönükleştiren din algısı eleştirisine, nefes almaya devam eden bir açıklama cümlesi halinde katıldı.
İranlı sosyolog Haşim Ağaceri’ye göre Hüseyin bir hatırlatıcıdır; Kerbela ise, daimi bir yolculuğun ve haklı sözü ayakta tutma sorumluluğun sembolü. Hazret-i Adem’den bu yana Hak yoluna davet için binlerce peygamber gönderildi toplumlara, şu var ki vahiyle aydınlanan toplumlar bir zaman sonra yeniden bozulma gösterdiler. Hüseyin’in yapmak istediği buydu işte: Başlangıç ilkelerini hatırlatmanın bir yolunu aramak...
Kerbela Faciası’nın kahramanı Hüseyin ise, bu faciayı dünyaya duyuran ses Zeynep oldu. Anlamın açıklanması yolunda ne mekân engeline takıldı, ne de tehditlere boyun eğdi. Kerbela meselesini anlatmak geride kalanların, süre tanınanların borcuydu. Bu borcun ifasını üstlenen Zeynep, cümlenin öteki yarısı olarak yüzyıllardır Kerbela yoluna çıkıyor ve yolculuğunun her aşamasında bizatihi dile gelen varlığıyla bir açıklama olmaya devam ediyor.
Tahran'da, Saadet Abad'ta Aşura Günü canlandırmalarında Kufe'ye gönderilen esirler kervanı içinde Zeynep'in yasının ve yalnızlığının temsili.