Nasıl milliyetçilik milleti yaratmışsa, modernliği yaratan da büyük ölçüde modernim olmuştur. İnsanlığın mı ilerlediği, yoksa ilerleme düşüncesinin mi her yanı kapladığı ilginç bir tartışma konusudur. Bununla birlikte modern, modernlik, modernizm, modernleşme gibi kavramların çekiciliklerinin giderek arttığı da bir gerçektir. Modernleşen yada modernleşmekte olan ülkelerde bu kavramlar neler ifade etmekte, geleneğin yerini nasıl almaktadırlar?
Bir yazısında “tarihsel geleneğin ağırlığı”ndan ve “geleneğin gücünün doğurduğu sorunlar”dan söz eden Max Weber, yüzyılın modernleşme ve dünya sisteminde söz sahibi olma çabaları içinde olan Almanya’da işlerin niçin ABD vb. yeni ülkelerdeki gibi gitmediğini, “[Almanya’da] geleneğin gücü, tarımda kaçınılmaz biçimde egemendir” yargısıyla dile getiriyordu.[1] Bu bakış açısından gelenek, her ne kadar Weber böyle normatif bir dil kullanmasa da “gecikmiş” toplumlar için bir tür ayak bağı olmaktadır.
Gelenek peki neden ayak bağı olmaktadır bu tür toplumlar için? Bir zamanlar geleneğin kutsallığından ve saygı değerliliğinden söz ederken şimdi ne olmuştur da, gelenek, toplumu, toplumun değişme ihtiyacını frenleyen, hatta engelleyen bir unsur haline gelmiştir? Modernleşme ve modernleşmenin ekonomik yüzünü teşkil eden kalkınma çabaları içine giren toplumlarda gelenek toplumsal değişimi engelleyici bir unsur olarak belirmektedir. Sosyolojik düzeyde toplumda tutucu yada gelenekçi grupların oluşmasına yardım ederek homojen bir kültür ve merkeziyetçi bir anlayışın gelişmesine engel olurken, anlam yada kültür düzeyinde “ilerici” [progressive] ve “modernleştirici” [modernizing] fikirlere karşı status quo’cu ve “tutucu” [conservative] bir “ideoloji” geliştirmektedir.
Weber Almanya’nın ayağına takılmış “geleneğin prangaları” ile “otoriter geleneği”, yani toprak aristokrasisinin, modern ekonomik şartlara geçişin doğurduğu sorunlara karşı takındığı olumsuz tutumu kastediyordu. Özellikle Almanya’nın doğusunda toprak ağalığı, yani tarımsal kapitalizm egemen olmuş [batısında ise sanayi kapitalizmi gelişmiştir], bu da bir rantiyeler sınıfı doğurarak, toplumdaki girişim ruhunu zayıflatmıştır. Buysa İngiltere ve Fransa gibi daha erken sanayileşmiş ve aristokrasinin demirden yasasını daha erken ortadan kaldırmış toplumlarla yarışa girmiş olan Almanya’nın geleceği için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sonuç olarak Weber, “Almanya’nın bütün hayati ekonomik, sosyal, politik sorunları ve ulusal çıkarları, doğusu ile batısının kırsal toplum yapıları arasındaki çelişkiye ve bunun gelecekte alacağı şekle bağlıdır”[2] diyerek yazısını bağlamaktadır.
Şimdi Weber’in Almanya’sını bir kenara bırakarak, farklı bir topluma ve bu toplumda farklı bir biçimde ortaya çıkan “geleneğin gücünden doğan sorunlar”a bir göz atalım. Söz konusu edeceğimiz toplum İran ve İran’ı değerlendirecek Weber’imiz Ali Şeriati’dir.
Ernest Gellner, İslam toplumları üzerine yaptığı bir çalışmada, İran’da geçmiş dönemlerden itibaren iki türlü din bilgini, yani ulema sınıfı bulunduğunu söylüyor. “Bir yanda yönetici ve bürokratik ulema, öte yanda popülist-mistik ulema vardır. Birinciler din ve devlete hizmet etmekte, ikinciler ise kitlelerin dini ihtiyaçlarına cevap vermektedirler.”[3] Sünni dünyada din bilgini ve sufiler arasında ortaya çıkan çatışma, böylece, Şiilikte bizzat bilginler sınıfı içindeki içsel bir farklılaşma halini almaktadır. Bu durum, modern şartlarda, Ph.D. ünvanlı okumuş aydınlarla, popülist mollaların çatışma şeklini almıştır.[4]
Ali Şeraiti, genelde İslam dünyasıyla, özeldeyse iran toplumuyla ilgili olarak “din”in iki ayrı anlamından söz eder: Birincisi geleneksel İslam, ikincisi ideolojik İslam. Geleneksel İslam, toplumda mevcut inanç [belief] sistemi, geçmişten devralınan miras yada en geniş anlamıyla “gelenek”tir. İdeolojik İslam ise bilinç yaratan, ilerici ve başkaldıran bir iman [faith]dır. Öyleyse yapılması gereken “bilinç yaratan İslam’ı, onu çöküşe sürükleyen geleneksel unsurlarından ayırmak”[5]tır. Şeraiti geleneksel İslam imajının ideolojiye dönüştürülmesi yolundaki programını, gelenekçiliği [traditionalism] tepkicilik-gericilik [reactionarism] ile özdeşleştirdiği bir başka yazısında, geleneksel ulemanın İslamı’nın geçmişin bekçisi ve sürdürücüsü olduğundan söz ederek kutsal [ruhani] kişilere [mollalara] duyulan saygıyı eleştiriyor ve bunun geleneğin değişmesini zorlaştırdığını söylüyor.[6] Ona göre, “geleneksel kültür” “ilkel kültürü” çağrıştırmaktadır ki, akılcılık ve bilimsel benlik-bilinçlilik çağına girildiği şu günlerde aşılması gerekir bu kültürün. Bununla birlikte o, insanda “geleneksel” olan yanın teknolojik olarak en gelişmiş uygarlıkta bile tümüyle sökülüp atılamayacağı gerçeğini de kabul etmektedir.[7]
Weber’in sosyo-ekonomik düzeyde Almanya’nın gelişmesine engel olarak gördüğü “geleneği prangaları”, Şeriati’de kültürel düzeyde ele alınmakta ve bir Ph.D., yani Batı eğitimi görmüş bir Doğulu aydının popülist mollaları eleştirmesine dönüşmektedir. Şeraiti de, Weber gibi İran’ın “geriliği”nden şikayetçidir. Fakat o, bu geriliğin nedenini, İran’da hakim bir toprak ağası sınıfının varlığı yada Turner’in “prebendalizmi” gibi sosyo-ekonomik bir faktöre bağlamak yerine, ülke aydınlarının [ulemanın] toplumda işgal ettikleri mevkie bağlamaktadır. Weber Almanya’nın doğusu ve batısı arasındaki üretim ilişkilerinin diyaloğu sonucu ülkenin geleceğinin belirleneceğini söylerken, Şeraiti ulemanın, geleneksel temele dayalı ruhani bir sınıfın yerine ruşenfikr [yani İran’daki daha seküler aydınların savunduğu aydınlanma anlayışı] görüşüne bağlı gençliğin Batının kültür emperyalizmine karşı koyarak toplumu mobilize edeceğini öne sürmektedir.[8] Toplum mobilizasyonu ile modernizasyona gidecek yolu açacaktır.
Kaynak:
Mustafa ARMAĞAN, Gelenek, s.75-79,
Ağaç Yayıncılık, Alternatif Üniversite Dizisi 10,
İstanbul 1992
[1] Max Weber, Sosyoloji Yazıları, çev. T. Parla, İst., 1986, s.299 ve s.315
[2] Weber, Sosyoloji Yazıları, s.316
[3] Ernest Gellner, Muslim Society, Cambridge University Pres, 1983, s.43
[4] Gellner, a.g.e., s.43. Ayrıca bk. Malise Ruhtven, Islam in the World, Penguin, 1985, s.348
[5] J. Donahue ve J. Esposito [der.], Islam in Transition, Oxford, 1986, s.306-307, “Return to the Self” [Öze Dönüş] adlı yazı.
[6] A.g.e., s.301
[7] A. Sachedina, ‘Ali Shariati: Ideologue of the Iranian Revolution’, Esposito [der.], Voices of Islamic Resurgent, Oxford, 1985, s.192
[8] Islam in Transition, “Return to the Self”