Menyu
DÜNYADA ALİ ŞERİATİ
HAKKINDA YAZILAN KİTAPLAR [TÜRKÇE]

DÜNYADA ALİ ŞERİATİ

Kitap Adı:Dünyada Ali Şeriati

Yazar:Edisyon

Yayınevi:Ekin Yayınları

Çeviren:Yasin DEMİRKIRAN

Sayfa:376

Baskı:1.Baskı

Yıl:Ekim 1998

Yer:İstanbul

Boyut:12,5x19,5cm

ISBN: -

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye’de, İran İslam devrimi’nden itibaren, Ali Şeriati’nin eserleriyle alakalı çeviriler, genellikle devrimin ha­masi yansımalarıyla bütünlük arzeden bir mantığa sahipti. Şeriati’nin, ne devrime giden yolda yaptığı düşünsel ve pratik katkılar, ne iran ve diğer islam coğrafyalanndaki gençlik üzerindeki etkisi, ne de onun pek çok konuda ileri sürdüğü farklı metodlar/ hakettiği oranda incelenmedi. Onun pek çok eseri ve konuşmaları Türkçeye çevrilmesi-ne rağmen, ne yazık ki hakkında hiçbir ciddi ve doyurucu makale kaleme alınmadı.

Elinizdeki bu eser, iranlı ve dünyanın farklı coğrafya-larındakİ düşünür ve akademisyenin, Şeriati ile ilgili görüşlerinin Önemli bir yekününü ihtiva etmekte. Hamid Algar’ın deyişiyle, “yüzyılımızın yetiştirdiği pek çok İs­lam düşünüründen daha fazla incelenmeye layık olan Şeriati”nin, salt toplumbilimci kimliğinden öte, gerçek bir “şahid”lik içeren yaşantısı ile ilgili bilgiler de ihtiva eden bu kitap; “sahih din”i arayan ve bu arayışı -yaşamına malolana dek- hayatın tüm alanlarında sürdüren bir müca­dele insaninin serüvenim özetlemekte.

Onun, Türkiye’de, tevhidi kimlik arayışı içerisindeki gençliğe olan etkisi, bir Seyvid Kutub va da Mevdudi ka­dar olmadı. Ama şahsı ve düşünceleri ile ilgili görüşler genelde, ya ard niyetli ya da mezhebi taassupları gözlerini perdelemiş olan kalem erbabınca ele alındı. Onlar için önemli olan Şeriati’nin bir İranlı ve şu olması idi. Onun, içinde bulunduğu konjonktürden kaynaklanan ve bir metod olarak geliştirdiği teşbih ve sembollerle süslü anlatım tarzı, tıpkı İran’da olduğu gibi, Türkiye’de de seviyesiz eleştirilere mesnet oluşturdu. Türkiye’de ona karşı çevri­len kalemlerin yegane amacı, özelde Şiiliğin, genelde ise İran İslam Devrimi’nin hem devlet siyasasına, hem de sün-ni/milli kültüre yapacağı etkileri kınnaktı. İran’da ise çift taraflı bir taarruza maruz kalıyordu. Ulema sınıfından ba­zı insaflı şahsiyetler, onu, ‘din’i çok fa/.la toplumbilimsel metodlarla irdelediği vönünde eleştirirken; bu sınıfın ge­neli, kendisin! sadece sosyalistlik, vahhabilik ya da sünni-likle itham ederek, anlamaya çalışma zahmetine dahi kat­lanmıyorlardı. Şah rejimi ise, kendisini, sosyalistler ve molla sınıfından çok daha fazla tehlikeli buluyor ve genç kitleler üzerindeki etkisin! kırmava çalışıyordu. Onun fi­kirleri, hem batıcı egemen zümreyi, hem de halk üzerinde büyük etkisi bulunan geleneksel sınıfı rahatsız ediyordu.

iran İslam Devrimi’nin hemen ardından ABD’nin, on­larca akademisyeni Ali Şeriati’nin görüşlerini incelemek için görevlendirmesi, hiç de tesadüfi ya da akademik kaygılar içeren bir girişim değildi; ve onun misyonunun ehemmiyetini gösteren bir girişimdi. Onun “Öze dönüş” adlı eseri, Muhammed Ammara’nın tespitiyle, 1986 yılında Mısır’da yüz bin nüshadan fazla satarken, bir dönem tüm Arap ülkelerinde yasaklanmıştı. Türkiye’de ise, ege­men zihniyetin ambargosundan ziyade, köhnemiş beyinlerin engeline ve emekleme konumundaki İslami hareke­tin tecrübesizliğine takılmıştı.

Oysa Şeriati, topluma, sisteme, kültüre ve tarihe bu­lanmış olan hastalıkların teşhisi ve bunların çözüm yolla­rım aramaya kovulmuş sorumlu bir aydındı. Ona göre, bu sorunların çözümü birkaç nesil sürebilirdi. Ama ara­yış, en temelde din kalkışlı olmalı ve hayatinin son dönemlerinde de belirttiği gibi, “tarihsel, toplumsal, kültü­rel ve fikri her problem önce Kur’an’a götürü im eliydi.” Onun toplumbilimsel, varlıkbilimsel ve felsefi görüşlerinin yekunu, aslında yukarıdaki gerçeği tamamlama arzu­lunun yoğun çabalarım ihtiva ediyordu. Düşüncelerinde­ki derinlik ve çeşitlilik, sadece müslüman değil, marksist ve laik gençlik üzerinde de etkili olmasını sağlıyor; o da zaten bunu arzuluyordu, Önün meşhur, “vakit yok, vakit çok dar!”sözü, zamanın Hüseyniye-i İrşad müdürü Rıza İsfahani’nin aktarımıyla, “günde yalnızca üç, dört saat uyurdu” şeklindeki gerçekle birleştiğinde, fikirleriyle eylemleri/emeği arasındaki bütünlüğü yeter derecede ortaya koymaktadır.

Ekin Yayınları olarak, elinizdeki bu eseri basmamızdaki en büyük sebep, yukarıda aktardığımız tablonun duygu yüklü içeriği değildir. Nitekim, düşünceleriyle ha­yatım meczetmiş pek çok mücadele insanı. Ati Şeriati benzeri akıbetlere maruz kalmış ve karşılığım bu dünya­da değil, “din günü”nde almayı murad etmişlerdir. An­cak günümüzde ve Özellikle yaşadığımız coğrafyada, Adem (a)’den beri süregelen ve 19. yüzyıldan itibaren Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Malik b. Nebi, Seyyid Kutub vb. şahsiyetlerce temsil edilip-beslenen tevhidi düşünce çizgisinin, layıkı olduğu veçheyle değerlendirmeye tabi tutulması, her zamankinden daha fazla ehemmiyet arzetmektedir. Globalizmin/modernizmin ve ulus-devletlerin yaptığı tahribatların had safhaya çıktığı; Batıcılığın, Kemalizm ve Marksizm’den ziyade liberalizm, çoğulculuk, demokrasi benzeri kavramlarla yeni ve şid­detli taarruzlara geçtiği; geleneğin, eski kalıpların entelek­tüel versiyonları ve sermayenin gücüyle yeniden üretildi­ği; bir öze dönüş ve direniş hattı oluşturma çabas’ güden­lerin, bizzat içeriden barikatlarla “Üçüncü dünyacı”, “Ma-ocu” vb. yaftalarla karalandığı böyle bir süreçte, tıpkı dün, tarih sahnesinde varolan “İslam sosyalizmi”nin yerini, bugün “İslami kapitalizm”in alışı gibi, Ali Şeriati de, yeniden ve daha elzem bir şekilde tarih sahnesine çıkma­lıdır. Onun batılı ve batıcı düşünce metodlanna ilişkin tahlilleri, toplumbilimsel çıkarımları. Özgün ve kompleks içermeyen sentezci yaklaşımları, tarih felsefesine ilişkin metodolojisi, yeni bir fenomenolojİ (varlıkbilim) oluşturmaya yönelik çabaları ve hepsinden önemlisi, bütün bun­ların kuru tahliller ve akademik endişelerden öte, hayati­yet ve canlılık içeren bir ıslah metoduna dönüştürülmesi yolunda serdettiği çabalar, yeniden ama daha soğukkanlı, daha derin, daha analizci bir tarzda incelenmeyi bekle­mektedir. Onun eserlerinde de, tıpkı Seyyid Kutub ve di­ğer pek çoğunda olduğu gibi, işlenmeyi, anlaşılmayı ve yaşanmayı bekleyen tespitler, tahliller, fikirler ve metodlar; hamasi değil, akılcı bir tarzda keşfedilmeyi arzula­maktadır.

Kendisinin, yaşadığı coğrafya ve içinde bulunduğu ko­şullardan kaynaklanan sebeplerden dolayı ürettiği bir ta­kım fikirlere (usuli ya da tecrübi) katılmıyor olmamız, onunla ilgili düşüncelerimize olumsuz katkılarda bulun­maz. Bilakis, onun serdettiği çabalar ve derin ufku, bizim önümüzü aydınlatan bir meşale misali, halen geçerliliğini korumakta ve bize rehberlik edecek potansiyeli bünyesin-de barındırmaktadır. Bizim için ölçü, insanların arayışlarındaki cehd, ciddiyet ve samimiyettir. Yanlışlar, ilkelilik, çaba, birikim ve tecrübeyle aşılır. Elinizdeki eserin de böyle bir hedefe vesile olmasını diliyoruz.