Bir kimsenin belli bir kitabı canla başla ele geçirmek isteyişi ve sonra kitaba dalarak kendini unutuşu, okumanın düşünsel yüce bir aşamada bir süreç olduğunu kanıtlar. Basımevlerinin siyah boyasına bürünmüş kitabın bir yerinde beyaz üzerinde siyah, diyelim şöyle bir cümleyle karşılaştı okuyucu: “Yeşil mantosunun yakalığı üzerine gevşecik dökülmüş siyah saçlarını gördü…” Hemen bu cümlenin ardına düşer, bir başka dünyanın kapısından ayak atar içeri; işitmelerin, koklamaların, aç kalmaların kendisini beklediği bir dünyadır bu, iki yüz, üç yüz sayfa boyunca minicik harflerin peşinden yürüyüp gider; adeta uzun bir iplikten daha fazla bir şey değildir söz konusu harfler, incecik, kolaylıkla kopabilen bir ipliktir. Kendini içinde bulduğu labirentte okuyucunun önüne düşer iplik, onu çekip götürür; ancak kitaptaki en son harfi okuduktan sonradır ki, iplik kayıp gider elinden.
Bu iplik, yan yana dizilen satırlardan kotarılan bu ince zincir, satır aralarının oluşturduğu labirent içinde okuyucuyu alıp götüren, ilerilere taşıyan bir kılavuzdur. Bu beyaz ateş hattıyla müthiş bir olay gerçekleşir: dil dünyaya dönüşür, dünyadan da fazla bir şey olup çıkar, çünkü dünya tartıya ve hesaba gelmez bütün özünden soyutlanıp alınır, sözcüklerden sonsuzluklar doğar ve temiz bir kitapevinden alınan, güler yüzlü ve nazik tezgahtarların paket yapıp buyur ettiği, üzerine koruyucu cici bir kapak geçirilmiş bu küçük kitap yaman ve tehlikeli bir nesneye dönüşür: okuyucuyu tutsak eder kendisine, içine düştüğü labirentin en son köşesine de ayak atmadan yakasını bırakmaz.
Düşüncenin tehlikeli sayıldığı her yerde her zaman ilk başta kitapların yasaklanması, gazete ve dergilerin sansürün eline teslim edilmesi rastlantı değildir: iki satır arasına, bu minicik, beyaz ateş hattına dünyaları havaya uçurmaya yetecek kadar dinamit depolanabilir. Polonya’da Ekim Ayaklanması’ndan önce kimi gazete nüshaları “mukaddes emanetler” gibi elden ele dolaştırılmış, başyazılar inanç dogmaları gibi herkes tarafından birbirine okunmuş, kitaplar ayaklananların istedikleri ekmek kadar değer kazanmıştır.
Kitaplar yumuşak başlı, halim selim dostlar değildir her zaman, insanın çıtı pıtı araç ve gereçlerle gereken bakımı yapıp ruhunu bir evin önündeki küçük bahçeciğe dönüştürmesini sağlayan avuntu kaynakları da değildir: dil salt bir süs işlevi göremeyecek kadar yaman ve değerli bir nesnedir, insanın sahip olduğu en paha biçilmez varlıktır: yağmur ve rüzgardır dil, silah ve sevgidir, güneş ve gecedir, gül ve dinamittir; ama yalnızca biri de değildir bunların: asla tehlikesiz sayılmaz, çünkü söz konusu nesnelerin her birinden biraz bir şeyler içerir: ekmek, sevecenlik ve kin. Ve her birinde, her bir minicik sözcükte gözle görülemeyip kulakla işitilmese ve yanına yaklaşılmasa da her zaman saklı yatan bir şey vardır: Ölüm. Çünkü yazılan ne varsa ölüme karşıdır.
Kaynak: Gül ve Dinamit, Heinrich BÖLL, Cem Yayınevi, s.59-60
|