Şiir hep belirleyiciydi doğu’da. Doğu şiiri eylem üzere kuruludur. Bu, şiiri söyleyen için her zaman geçerli olmasa da doğu şiirinin özünde, mayasında vardır eylem. Türkçe şiir de doğu şiirinin bir ayağı olduğundan hep başrolleri üstlenmiştir. Şiir, irtibatta olduğunu devamlı değiştirmeye yeltenmiştir. Buhranlı yıllarda zafer nidalarını atmıştır şiir, bunun yanında görece zaferlerde de krize girdiği görülmüştür.
Konuyu güncel bir bakış açısıyla ele alıp çok derinlere dalmadan Cumhuriyet sonrasından başlayalım şiir’i okumaya: Kasvet ve garabet! Toz duman içinde doğrulmaya çalışan halk… İnsanlar… Şehirler… ve şairler! Şairler varlıklarını sürdürmekte zorlansa da; şiir bizatihi dipdiri oracıkta durmakta. (Zaten şiir varoluş itibariyle dışındaki gelişmelere ters orantılı ya da tamamen orantısız şekilde büyütür kendini. Örneğin yıkılmaya yüz tutan bir kavmin şiiri zirveye o’saat ulaşabilir.) Şiir karmaşada kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Devletin bile şiir politikası mevcut. Ta ki Nazım gibi Necip Fazıl gibi üstatlara toslayana dek.
İşte bu noktadan sonra şairler istedikleri mecralara aktılar. Garipçiler şiirde isyan bayraklarını çektiler. İkinci Yeni Garipçilere isyan bile etmeden kuruldu tahta. Bu arada Büyük Doğu – Necip Fazıl ekolü göründü ve ardından kayıplara karıştı, üstad dışında bir şair çıkaramadan. Bu akımlar dışında bir de bu akımların potasında eriyen alt-akımlar mevcuttu: 68 kuşağının söylemiyle büyüyen ama kökleri Nazım Hikmet’e dayanan Toplumcu-Gerçekçiler; Mehmet Akif ile başlayıp Mavera dergisiyle zirveye çıkmış İslamcı şiir söylemi ve 80’lerin apolitik, esrarkeş, bireysel yönsüz şiiri.
Dikkat edilecek olursa Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki şiirliği bile tartışılacak devlet destekli “şiirimsi” akımlar hariç sağcı diye tanımlanabilecek bir şiir akımı oluşmadı Cumhuriyet sonrası Türkçe şiirde. Bundan sonra şiir hep muhalif kalma yolunu seçmiştir, muhafaza etmek yerine. (Kimileri şiirin topyekûn muhalif bir karaktere sahip olduğunu savunsa da bu iddia sahiplerinin hüsn-ü kuruntusudur. Şiir, vahiy değildir. Kimi zaman yolu iyiye düşer, kimi zaman muhafaza eder önüne ne çıkarsa. Örneğin Osmanlı şiiri muhafazakâr/sağcı bir şiirdir. Bu gerçeği Osmanlı şiiri içindeki serkeş şairlerin varlığı değiştirmez.) Şair Cumhuriyet sonrası sağcı, milliyetçi, muhafazakâr bir kimliğe sahip olsa bile şiiri bu özellikleri taşıyamamıştır. Şiirin şairinden bağımsız bir ruhu vardır. Bu yüzden sağcı şair ya bireysel kaygılarla şiirine yol açmıştır ya da İslamcı damara girmeye çalışmıştır.
Evet, sağcı şiir hiç olmadı; ancak cumhuriyet sonrası Türk şiiri ilk kez sağa meyillenmeye gebedir. Bu meyil daha çok eski tüfek İslamcı ya da onların takipçisi genç kuşak muhafazakâr şairlerden dolayıdır. Sosyolojik olarak ve bir isimden ziyade sıfat olarak tanımlayacak olursak İslamcılık, “Allah’ın kitabını” ayırıp-ayrıştırmadan kabul eden ve sadece lafzi olarak değil eylemsel olarak da uygulama alanına katan anlayıştır. Yani İslam’ı, -akaid anlayışı ne olursa olsun- endişe edinen herkes İslamcıdır. Bu noktada birbirini şirke dalmakla suçlayan gruplar “İslamcılık” paydasında buluşurlar. İşte bu endişeye sahip insanların yaktığı ateşten har alan şiire kabaca İslamcı şiir diyebiliriz.
Bu şiirin başlangıcı çok uzaklara dayanmaz. Cumhuriyet sonrası Akif’le başlayan serüven günümüze dek uzanır. Türk şiir tarihine baktığımızda konuyla ilgili ortaya konması gereken ilk tespit İslamcı şiirin, şiir tarihinde bir akım olarak tanımlamanın zorlama bir tavır olacağıdır. Çünkü bir akım oluşturmak için konu, biçim ve söyleyiş birlikteliği, birliktelik olmazsa bile yakınlığı yakalamak gerekir. Oysa İslamcı olarak tanımlaya çalıştığımız şiir konu olarak bile zoraki yakınlık arz eder. Yani İslamcı şiir kendiliğinden oluşan bir hassasiyetin ürünüdür, bilinçli bir akım yaratmadan ziyade. O yüzden Cumhuriyet devri akımlarının içinde var olmuştur. İkinci Yeni’nin zor anlaşılır söyleyişine de meyletmiştir; Büyük Doğu’nun zihni delen gür sesinde de var olmayı başarmıştır.
İslamcı şiirin zirve dönemi de Cahit Zarifoğlu’nun Mavera dergisi dönemidir. İslami kimlik taşıyan hemen hemen bütün şairler o dönem Mavera’nın tedrisatından geçmiştir. İslam dünyasında o tarihte ne gündemdeyse şiirlere de yansımış, Türkiyeli Müslümanların bilinçlenme dönemi şiirlerini de olgunlaştırmıştır.
Ancak 80 döneminden sonraki baskılar, 28 Şubat süreci İslamcı şiirin yozlaşmasına, kan kaybetmesine sebep olmuştur. Özellikle AKP’nin iktidara geldikten sonra muhalif İslamcıların muhafazakâr/demokrat olarak evrilmesi sonucu Türkiye’deki Müslümanlık hızla sağcı-muhafazakâr bir yapıya eklemlenmeye başlamıştır. Bu o kadar etkili olmuştur ki Cumhuriyet sonrası zorla muhafazakârlaştırılamayan topluluklar, kendi istekleriyle muhalif olmaktan vazgeçmişler, sağcılaştıkça da kimliksizleşmeye başlamışlardır. Tabii şiir de bundan nasibini aldı. Şiirselliği tartışılacak şairler hariç sağcı bir yapı göstermeyen Türkçe şiir ilk kez bu yöne kaymıştır. Henüz yolun başında da olsa eskilerin hızlı İslamcı şairleri ve onların takipçileri, yönlerini başka tarafa çevirmişlerdir. İşin üzücü yanı bundan belki kendileri bile haberdar değildir.
İbrahim Tenekeci, İsmail Kılıçarslan, Hüseyin Akın ve hatta İsmet Özel gibi şairlerin hızla apolitikleşerek özgün bir şiir dili oluşturduklarını görmekteyiz. Neo-epik gibi kendi tarihini, kendi eleştirisini yapan/yaptığını sanan, henüz tarih tarafından meşruluğu ve varlığı kabul edilmemiş akımlar zaten İslamcı olmadıklarını söylemekteler; ancak sanırım “İslamsız” bir şiir mecrasında olduklarını da kolay kolay kabul edemezler.
Peki, İslamcı şiirin sağcı şiire evrildiğine yönelik göstergeler nedir? Öncelikle şiirin sesini kaybetmeye başladığını söyleyebiliriz. Sesi kısık şairlerin avazlarını on yıl sonrasına bile uzatmaları zor görünüyor. Yeni kuşak şairlerin sadece şiirselliği önceleyerek şiirdeki samimiyetini kaybetmeye başladığını açık ve net görmekteyiz. Yarı İslamcı yarı sağcı şiir dergileri gün geçtikçe çoğalmakta. Fakat hepsi birbirinin kopyası niteliğinde. İkinci Yeni’ye anlamsız şiir yakıştırması yapanlar elbette haksızlık yapıyorlardı. Olsa olsa İkinci Yeni’ye “derin anlamlı” denebilir. Fakat asimile olmuş sağcı/laşan şiir dergileri her absürt söz öbeğini imge zannederek anlamsızlığını tescillemiştir. Hiçbir derinliği olmayan orijinalite adına şiire katliam düzenlemek asla yenilik olarak tanımlanamaz. Konu olarak da gitgide sağcılaşan bir perspektif karşımızda. Şairde aidiyet anlayışı artık yok olmak üzere. İslami olan hiçbir şey sahiplenilmiyor; sadece dışarıdan seviliyor. Dava addedilen her şey entelektüel bir bakış açısıyla ele alınıyor. İsrailli bir hümanist, Filistin’deki bir vahşeti nasıl eleştirirse, sağcı şairler de çirkin olan ne varsa öyle eleştiriyor. Kurşungeçirmez bir camın arkasından yakıyorlar ancak ağıtlarını. Eskiden şair savaş meydanındaydı. Afganistan’a mücahit gönderirken şiirini eline verirdi o mücahidin, eylemlerde kendi okurdu şiirini, Akif cami kürsüsüne kendi çıktı küffara avazını yollamak için.
Şiirin şimdiki durumu dikkatli okunursa; edebiyat ortamında Müslüman şairin, başrolleri oynama sırası kendine geldiğinde yönünü değiştirmesi gayet şaşırtıcı. Sağcılaşan şiir, bünyesindeki şairleri sadece İslami hassasiyetleri olan şairlerden değil; Berlin Duvarı’yla yıkılan ve duvarın altında kalan sol güruhtaki şairlerden de seçmekte ve herkesi aynı meydanda şiir söylemeye çağırmaktadır. Ancak bu çağrının güçlendikten sonra “aynı meydanda söylemeye zorlamak” olarak değişmesi muhtemeldir. Daha önce başkalarında gördüğümüz gibi kendi gibi şiir söylemeyenleri aforoz etme eğilimini şimdiden dergi ve makalelerinde dillendirmeye başladılar bile.
Kaynak: Tasfiye Dergisi, s.18
Soğukpınar Mah. Behzat Bulvarı, No:220 Kat:3 (Behzat Camii Karşısı) Tokat
0505 2590715 [email protected] [email protected]
www.tasfiyedergisi.com