Tayyip Salih atmışlı yıllarda Beyrut'un cadı kazanı gibi kaynayan edebiyat sahnesine adım atmadan önce, Sudan edebiyat atlaslarında beyaz bir leke, edebi bir terra incognita, yani bilinmeyen bir topraktı. Salih, edebiyat için hiçbir mekânın dar, ırak ya da önemsiz olmadığını kanıtlama sanatında büyük bir ustaydı.
Sudan'ın kuzeyinde, Nil nehrinin büyük bir dirsek yaptığı, buharlı nehir gemilerinin haftada bir uğradığı, su pompalarının gece gündüz demeden çalıştığı ve 1929 yılında Salih'in dünyaya geldiği minik bir Afrika köyü bile edebiyat sahnesinde küçük bir yer sayılmazdı. Salih'in, öykü ve romanlarında köyün adı Wadd Hamid olarak geçiyor. Üstelik her Arap okurun burayı bildiğini söylersek de abartmış olmayız.
Kuzeye Göç Mevisimi
Salih, her biri Lenos yayınevi tarafından Almanca'ya da çevrilmiş ancak dört kitaplık dar külliyatına karşın, gerek siyah Afrika, gerekse Arap dünyasının en büyük yazarları arasında anılıyor. 1966 yılında yayınlanan romanı "Kuzeye Göç Mevsimi", modern Arap edebiyatının hiçbir zaman değişmeyecek ilk onunda yer almakta ve Ortadoğulu aydınların koca bir nesli için bir kült kitap olmanın yanı sıra Arap 68 Kuşağı'nın da başlangıcı sayılıyor.
Kitapta, son derece yetenekli, üniversite eğitimi almak amacıyla 1920'li yıllarda İngiltere'ye giden ve sırf eski sömürgecileri aşağılamak için kariyer merdivenlerini hızla tırmanan, cinsel iştahı doymak bilmez Sudanlı aydın Mustafa Said'in öyküsü anlatılıyor. Bu öyküyü daha o zamanlar clash of civilisations, yani medeniyetler çatışması kavramıyla etiketlemek mümkündü. Bugün dönüp bakıldığında Mustafa Said, gerçekten de Muhammed Atta'nın edebi selefi izlenimi yaratıyor. Ancak Tayyip Salih hiçbir zaman siyasi bir propagandacı ya da her şeyi siyah beyaz gören biri olmadı.
Salih, Mustafa Said'in yanına ikinci bir roman kahramanı olarak bir anlatıcı ekler. Bu kahraman bir nesil sonra yine İngiltere'de okumuş ve ardından her şeyin eskisi gibi kaldığı köyüne dönmüştür; köyde değişen yegâne şey, artık buraya yerleşmiş olan ve anlatıcının merakını uyandıran Mustafa Said'tir. İşte roman bu noktadan itibaren başlıyor. Anlatının sonundaysa Mustafa Said Nil nehrine atlayarak ölümü seçerken, anlatıcı araştırmalarının sonuna ulaşıyor ve yine Nil'in sularına kendini bırakmasına karşın son anda yaşama sarılıyor.
Köy Yaşamı
Kitabın üçüncü kahramanı, aslında Tayyip Salih'in tüm öykülerinde karşımıza çıkan köyün ta kendisi. Salih'in ilk uzun öyküsü olan "Sain'in Düğünü"nde Wadd Hamid hâlâ bozulmamış bir kırsaldı; oysa "Kuzeye Göç Mevsimi"nde yavaş yavaş dengeleri bozulmaya başlamıştır. Burası artık zamanın nehrinde bir adacık değildir ve zamanla birlikte sürüklenir ve burada yaşayanlar arasında bunu fark edecek kadar hassas olanlar da bu süreçte tepetaklak olur.
Anlatıcının, köklerini yitirmiş Mustafa'nın nihilizmine karşı söyleyecek bir şeyleri mutlaka vardır: "Mümkün olduğu kadar birlikte vakit geçirmek istediğim birkaç insan ve yerine getirmem gereken görevlerim olduğu için yaşamaya devam edeceğim. Yaşamanın bir anlamı olup olmadığı beni hiç ilgilendirmiyor."
Salih'in eserleri sadece Şark ile Garp arasındaki ilişkiyi konu edinmekle kalmıyor, aynı zamanda bu eski İngiltere sömürgesinin edebiyatıyla belli belirsiz bir diyalog da sürdürüyor. Kendini sürekli Othello'yla karşılaştıran Mustafa Said, Viktorya Dönemi sonrası İngiltere'nin karanlık kalbine ve özellikle de kendi karanlıklarına doğru seyahate çıkıyor. Ve tıpkı Joseph Conrad'ta olduğu gibi, selefinin sırrının ve ona karşı duyduğu hayranlığın izini karanlığın kalbinde sürmek isteyen bir anlatıcı tarafından tasvir ediliyor Mustafa Said.
Postkoloniyal Edebiyat Şaheseri
"Kuzeye Göç Mevsimi", sömürgecilik sonrası edebiyatın en iyi örneği bir tür avant la lettre! [çağının ötesinde]
Oysa Salih'in yazar olmak gibi bir kaygısı yoktu. Tıpkı bir söyleşisinde söylediği gibi Londra'da onu yazmaya iten şey en nihayetinde sıla hasretiydi. Salih 1952 yılında BBC'nin Arabistan bölümüne spiker olarak İngiltere'ye gitmişti. Son döneme kadar İngiltere'nin başkentinde yaşayan yazar, kendini inançlı bir Müslüman olarak tanımlıyordu. Darfur'daki sürgün ve cinayetleri açık biçimde yargılayan Salih, Sudan rejimine de katı biçimde muhalifti.
Bu sebeple Sudan tarafından düzenli olarak ülkeye giriş yasağıyla karşılaştı. Kişisel olarak son derece candan, tevazu sahibi ama aynı zamanda çekingen biri olarak geri planda kalmayı severdi. Ona göre Klasik Arap edebiyatının her bir şiiri, kendi romanlarından çok daha değerliydi.
Ancak her ne kadar Salih son eserini 1971 yılında kaleme almış olsa da, belli ki edebiyat tarihi bu konuda farklı bir karara varacak. Sanatçının "Bandarshah" adlı romanı karanlık, zor, neredeyse mistik bir kitap. Bu eser, sadece on yıl içinde oluşan ve Salih'in zamanın Britanya İmparatorluğu'nun sömürge ülkelerinin edebiyatta nasıl intikam aldıklarını bütün kuramcılara gösteren bir belge gibiydi.
Mısırlı çoksatar yazarı Alaa Al-Aswani'den ["Yakubiyan Apartmanı"], eserlerini İngilizce olarak kaleme alan ve "Cidde'nin İki Aşığı" adlı kitabında, zamanında Werther ile Lotto'nun Klopstock okuduğu gibi, iki kahramanına "Kuzeye Göç Mevsimi"ni okutan Suudi Süleyman Addonia'ya kadar genç kuşak Arap edebiyatçılar sürekli Salih'in eserlerine başvuruyor.
Bir zamanların kervan yollarının günümüzde Batı ile Doğu, Kuzey ile Güney arasındaki edebiyat alışverişinin otoyollarına dönüşmüş olmasını da Tayyip Salih'e borçluyuz: Yani şimdi Güneye [edebi] Göç Mevsimi"!
Almancadan Çeviren: Ogün Duman
Kaynak: © Qantara.de 2009