Türkan Saylan hakkında aklımızda kalan son fotoğraf karesi, Hürriyet gazetesinde kendisiyle yapılan söyleşi oldu. Orada, başörtülü üniversite öğrencilerine haksızlık etmiş olabileceği yönünde içinde küçük bir kuşku kalıp kalmadığı sorusuna kesin inançlı olarak “Asla” demişti. “Asla, bu konuda çok netim!”
Bununla da kalmadı “ikna odaları”nın mucidi, “Zaten o örtüleriyle erken koca buluyorlar” diyerek ortada bir sorun olmadığını söyledi kendince. Yani son sınıfa gelmiş başörtülü bir öğrenciyi okuldan atarak mağdur etmiş olsalar bile evlenerek paçalarını kurtardıklarını ve ortada üzülmeyi gerektirecek boyutta bir mağduriyet olmadığını söyleyebilmişti pişkin pişkin.
“Çocuklar namaz kılacaklarına bale yapsınlar” diyen Saylan’ın ardından okunan ve okunması talep edilen rahmetler tuhaf bir durum ortaya çıkarıyor bu nedenle. Hem rahmeti dilenen Allah’ın dininin tüm değerlerine karşı savaşmış olması bakımından, hem de uyguladığı ağır faşizm ve ayrımcılığı anlayışla karşılamamızın beklenmesi bakımından.
Saylan cüzzamlıyı iyileştirdi diye hayatı boyunca dindarlara uyguladığı zulüm, ayrımcılık ve faşizmini anlayışla mı karşılamalıyız?
Medyadaki yansımalardan anlaşıldığı kadarıyla, evet öyle, anlayışla karşılamalıyız. Bununla kalınmıyor, ne kadar ayrımcı olursa olsun, ne kadar zulmetmiş olursa olsun, ikna odalarında ne kadar çok sayıda başörtülü öğrencinin hayatını karartmış olursa olsun o sırf cüzzamlıyı iyileştirdi diye cennete gitmeyi garantilemiş biri!
Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Hayber savaşı günü, Hz. Peygamber’in arkadaşlarından bazı kimseler, “falanca şehit oldu, filanca şehit oldu” derken, bir adama rastladılar ve onun için de “falanca adam şehit oldu” dediler. Hz. Peygamber başını kaldırdı ve buna itiraz etti: “Hayır! Çaldığı hırka yüzünden ateşte olduğunu gördüm.”
Hz. Peygamber’in yanıbaşında olmuş, çok iyilikler ve yararlılıklar göstermiş, bununla da yetinmemiş, savaşta canını vererek en büyük fedakarlığı göstermiş bir sahabe -Peygamber’in ifadesiyle- cehenneme gitmişse demek ki filan yararlı iş, kötü işi götürürek hayatın neti alınmıyor.
Hayata, insan onuruna, dine saygısı olan bir zihin bu kriteri baştacı etmeli.
Tarihteki ve bugünkü zalimleri eğer yaptıkları iyilikler nedeniyle anlayışla karşılamaya başlarsak zulmün insanlık onuru karşısındaki yeri belirsizleşir.
Saylan’ın kurduğu ikna odalarının ne anlama geldiğini anlamak için orada uygulanan yöntemin faşizmin sorgu yöntemlerinden ödünç alındığı hatırlatalım. Işık altında kamerayla kayıt, kalabalık sorgucu timinin (hepsi de üniversite hocası!) çapraz sorular, hakaretler ve tehditlerle genç kızın başını açması için yaptığı baskının kimi zaman saatlerce sürdüğü anlatılıyor mağdurlar tarafından. Binlerce öğrenci bu işkenceden geçirildi 28 Şubat sürecinde.
Sorgu sonrasında canına kıymak isteyenler de çıktı, hayata küsüp evinde odasına kapananlar da! Psikolojik tedavi görenlerin sayısı ancak tahmin edilebiliyor.
Kendisine rahmet okunması beklenen Saylan ise bu büyük zulümden tövbe etme fırsatını nasıl değerlendirdi? “Asla! Bu konuda çok netim. Onlar militan oluyorlar. Hem zaten örtülü oldukları için erken evleniyorlar.” diyerek.
Bu son sözlerle adaletin Rabbi Allah’ın huzuruna gitti zalim Saylan!
Cenazesinde kendisine övgüler yağdıran imamın günah çıkarma seansı değil, Allah’ın adaletinin nasıl tecelli edeceği önemli artık bu aşamada.
Allah’ın dinine hayatı boyunca uzak durmuş, o dinin dindarlarından nefret etmiş, o dinin dindar kızlarına zulmetmiş Saylan gibi biri bir yana; bu dine hayatı boyunca hizmet etmiş, Hz. Peygamber’in yanıbaşında tüm iyiliklerin insanı olmuş bir sahabe için bile ne diyordu Allah'ın Rasulü: “Hayır! Çaldığı hırka yüzünden ateşte olduğunu gördüm.”
Cami hocasının Saylan’ı cennete göndermeye çok hevesli olması, aldığı siparişi yerine getiren bir tür halkla ilişkiler faaliyeti.
Böyle imamlar bulmak zor değil Türkiye’de. Onlar sayesinde bu dünyadaki imajı kurtarmak da mümkün olabilir. Ama asıl öte dünya önemli değil mi?
Öte dünyaya inanmayanların bile ona rahmet okunmasını talep etmesi asıl meselenin bu dünyadaki halkla ilişkiler olduğunu gösteriyor!
Saylan örneğinde dindarlardan talep edilen, onun yaptığı zulümleri anlayışla karşılayıp ölünün arkasından konuşmamaları. Yani Saylan’ın arkasından hiçbir zulmünü, ayrımcılığını, faşist dünyasını, dini değerler ve dindarlara duyduğu nefreti anlatmamamızı istiyorlar. Sessizce geçiştirelim istiyorlar.
Âdet buymuş onlara göre!
Hayır âdet bu değil. Asıl âdet, zalimin zulmünü unutturmamaktır. Böylelikle insanlık haysiyeti korunabilir, yeni zulümlerin önü alınabilir.
Onların istediğini yapmak, tarihin zalimleri hakkında da konuşmamak demek. Hangi vicdan bunu bekleyebilir bir dindardan.
İkna odalarını unutmamızı beklemek, böyle bir zulmü tarihin tozlu sayfalarında unutulmaya terketmeyi istemek nasıl bir taleptir!
Böyle düşünenlere, karısıyla birlikte kendisini Hz. Peygamber'e ve dindara zalimlik yapmaya adamış Ebu Leheb hakkındaki Allah’ın şu sözleriyle karşılık veririz:
“Ebu Leheb'in elleri kurusun, zaten kurudu da. Ne malı ne de kazandığı onu kurtaramadı. Alevli bir ateşe girecek. Karısı da. Odun taşıyarak hem de…” (Tebbet Suresi)
20 May 2009
Kaynak: www.fikritakip.com